Take a fresh look at your lifestyle.

ÖĞRETİCİ METİNLER

8

1. Makale

Öğretici metinlerden olan makale, belirli bir konuda, bir görüşü, bir düşünceyi savunmak ve kanıtlamak için yazılan yazı türüne denir. Gazete, dergi ve internette yayınlanır. Ayrıca herhangi gerçeği açıklığa kavuşturmak, bir konuda görüş ve tezler ortaya koymak ve bir hipotezi savunmak, desteklemek için yazılmış olan yazılara da makale denir.   Gezi ve diğer türlerden farklıdır.

Makale Yazarken Aşağıdaki Kriterler Önemlidir: Anlatımda sade ve belirli bir formata uygun olursa daha iyi olur. Somut özellikler ön plandadır. Öne sürülen düşünce ve tez kanıtlamak icap eder. Makale yazarken belirli bir konu yoktur. Yazar her konuda yazabilir. Gazete dergi ve internette yayımlanır.   Ayrıca bilimsel standartlarda makale yazmak çok önemlidir. Örneğin çok önemli bir hipotezi ispatlasanız dahi eğer bu bilimsel makale formatına uygun değilse hiç bir bilimsel yayında itibar görmez hatta yayınlanmaz. Bu sebeple akademik kariyer sahibi insanlar makalelerini belirli bir formata uygun kalarak yazmak zorundadır. Akademik süreçte bilimsel dünyaya sunulan bir bilgi demetinin başarısı, anlaşılır bir düzeydeki dille ve formatına uygun bir biçimde karşı tarafın yargı gücüne sunulmuş olma özellikleri ile doğru orantılıdır.
     
Türk Edebiyatında Makale Yazarları ve Eserleri

Şinasi: Mukaddime
Namık Kemal: Mes Prisons Muahezenamesi, Renan Müdafaanamesi
Ziya Gökalp: Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak
Cenap Sahabettin . Evrak-ı Eyyam, Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh
Ali Canip Yöntem: Millî Edebiyat Meseleleri ve Cenap Beyle Münakaşalarımız
Yahya Kemal Beyatlı: Aziz İstanbul, Eğil Dağlar (makale – sohbet)
Yaşar Nabi Nayır: Edebiyatımızın Bugünkü Meseleleri (makale – inceleme)
Hasan Ali Yücel: Pazartesi Konuşmaları, İyi Vatandaş İyi İnsan
Mehmet Kaplan: Büyük Türkiye Rüyası (makale – eleştiri), Kültür ve Dil (makale I eleştiri), Nesillerin Ruhu (makale – eleştiri)
Ahmet Hamdi Tanpınar: Edebiyat Üzerine Makaleler
Samiha Ayverdi: Yusufçuk (makale ve konferansları)    
Türk Edebiyatında Makale Yazarları ve Eserleri

Gezi Yazısı

Gezi türü için daha önceleri Arapça kökenli “seyâhat”, “cevelân” gibi terimler kullanılıyordu. Gezi notlarının kaleme alındığı eserlere ise “seyâhatnâme” deniyordu. Modern zamanlarda ise Türkçe bir kelime olan “gezi” terimi tercih edildi. Gezi yazarı gezip gördüğü yerlerin hem kendisi hem de okuyucular için tarihî ve coğrafî açıdan ilgi çeken yönlerini, özelliklerini, kültürel, jeolojik, güzelliklerini, halkının gelenek, görenek, törelerini yazar. Dünya edebiyatının en önemli gezi yazıları arasında 13. yüzyılda Marko Polo’nun Uzak Doğu izlenimlerini içeren Seyahatnamesi ve 14. yüzyılda yaşamış Arap gezgin İbn-i Batuta’nın İslâm dünyası gezilerini konu edinen Seyahatnamesi yer alır.

1. Yurt İçi Gezi Yazıları

Aşık Cemal: Amasya Seyahatnamesi (1926).

Afet İnan: Ankara-Samsun Arasında Tarih Gezisi (1946).

Nahit Sırrı Örik: Anadolu(1939), Bir Edirne Seyahatnamesi (1941), Kayseri, Kırşehir, Kastamonu (1955).

İsmail Habib Sevük: Yurttan Yazılar (1943).

Sadri Ertem: Kıyılardan Stepe Bir Vagon Penceresinden (1943).

Ahmet Hamdi Tanpınar: Beş Şehir (1960).

Ahmet Turan Alkan: Altıncı Şehir (1992).

Yusuf Kenan Ekşioğlu: Türkiye’de Otobüsle 10.000 Kilometre (1961).

Reşat Nuri Güntekin: Anadolu Notları I, II (1936,1966).

Azra Erhat: Mavi Anadolu (1969).

Mahmut Makal: Bizim Köy (1975).

Ata Anbarcıoğlu: Gezi Anıları (II. Bölüm, tarihsiz).

Mehmet Önder: Atatürk’ün Yurt Gezileri (1975).

Taha Toros: Atatürk’ün Adana Seyahatleri (1981)…

2. Yurt Dışı Gezi Yazıları

Osmanlı Devleti, 17. yüzyıldan itibaren değişik Avrupa devletlerine elçi göndermeye başlamıştır. Bunlar ülkeye dönüşlerinde resmî raporlar halinde yazdıkları sefaretnamelerde bulundukları ülke hakkında ayrıntılı bilgiler vermişlerdir. Bunları gezi yazısı olarak da değerlendirebiliriz. Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Fransa Sefâretnamesi (1720–1721) en ünlü olanıdır.

3. Hatıra (Anı)

Anı’nın eski karşılığı ‘hatıra’dır. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiği dönemden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle, otobiyografik metinlere denir. Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken anı, hem bireysel hem de sosyal anlamda bilgi içerir. Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına o günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken; anı yazarı, tarih olmuş eski zamanların olaylarını belleğe ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı metinleri yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği için tarihi aynen aksettirmekten uzaktır, büsbütün objektif olması beklenemez. Toplumların sosyal hayatlarında anı aktarmak önemli bir gelenektir. Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları anlatırlar.

Anı yazma geleneği, Tanzimat Dönemi’nde, kimi devlet adamlarında Batı’daki meslektaşlarına olan özentiden başlamış ve giderek günümüze kadar gelmiştir. Tanzimat öncesindeki şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi’name, gazavatname, fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri olmasalar da bu türe özgü özellikleri taşırlar. Anılar konuları itibariyle genellikle siyasî ve edebî olmak üzere iki kategoride değerlendirilmektedir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir. Bir siyasî anı kitabında edebî anılar da olabilmektedir. Kimi anı kitapları da toplum içinde belli özellikleriyle seçilmiş kişilerin portrelerinden oluşmaktadır.

  • Halit Fahri Ozansoy: Edebiyatçılarımız Geçiyor (1939),
  • Yahya Kemal Beyatlı: Siyasî ve Edebî Portreler (1968);
  • Yusuf Ziya Ortaç: Portreler (1960);
  • Hakkı Süha Sezgin: Edebî Portreler’i (İstanbul 1997);
  • Beşir Ayvazoğlu: Defterimde 40 Suret (İstanbul 1996)… gibi.

Tanzimat’tan sonra anı yazma geleneği devlet yönetiminde bulunmuş önemli kişiler arasında da yaygınlaştı.

1. Askerî Konulu Anılar

  • Afet İnan: Atatürk’ten Hatıralar (1950), Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler (1959);
  • Falih Rıfkı Atay: Atatürk’ün Bana Anlattıkları (1955), Atatürk’ün Hatıraları (1965), Çankaya (1969);
  • Şevket Süreyya Aydemir: Suyu Arayan Adam (1959);
  • İsmet Kür: Anılarıyla Atatürk (1965);
  • Ali Fuat Cebesoy: Sınıf Arkadaşım Atatürk (1997);
  • Hilmi Yücebaş: Atatürk’ün Nükteleri Fıkraları Hatıraları (1963);
  • Ahmet Cevat Emre: İki Neslin Tarihi (1960);
  • Nadir Nadi: Perde Aralığında (1965);
  • Erdal Öz: Deniş Gezmiş Anlatıyor (1976);
  • Safa Güner: Köy Enstitüleri Hatıraları (1963);
  • Yakup Kadri Karaosmanoğlu:  Zoraki Diplomat (1955). Politika’da 45 Yıl (1968)
  • Samet Ağaoğlu: Strazburg Hatıraları (1933), Babamdan Hatıralar (1939), Aşina Yüzler (1965)…
  • Ahmet Ağaoğlu: Serbest Fırka Hatıraları (2. baskı, 1969);
  • Erdal İnönü: Anılar ve Düşünceler;
  • Rauf Denktaş: Rauf Denktaş’ın Hatıraları (4 cilt, 1996);
  • Emre Kongar: Ben Müsteşarken (1996);
  • Gülsün Bilgehan: Mevhibe İnönü’nün Anıları, Milliyet, 08.03.1998…

2. Hariciye ve Elçilik Anıları

Ülkemizi yurt dışında temsil eden, yurt dışı görevlerinde bulunan bazı kişiler oradaki kimi ilginç gözlem ve izlenimlerini yazıya dökmüşlerdir.

  • Ali Fuat Cebesoy: Moskova Hatıraları (1955);
  • Feridun Cemal Erkin: Dışişlerinde 34 Yıl (1980);
  • Zeki Kuneralp: Sadece Diplomat (1982)…

3. Cezaevi ve Avukat Anıları

Ülkemizde belli dönemlerde özellikle aydınlar, sanatçılar, edebiyatçılar ve politikacılar zaman zaman tutuklanmışlardır. Onlar hapishanede yaşadıklarını, yargılanmaları sırasında başlarından geçenleri, çektikleri sıkıntıları ve bu tür kişilerin davalarını üstlenen avukatlar gözlem ve izlenimlerini anı biçiminde yazmışlardır:

  • Necip Fazıl Kısakürek: Cinnet Mustatili (1955), Yılanlı Kuyudan(1970);
  • Bediî Faik: Hapishane Notları (1958);
  • Halikarnas Balıkçısı: Mavi Sürgün (1971);
  • Aziz Nesin: Bir Sürgünün Anıları (1971);
  • Nazlı Ilıcak: Allah Kurtarsın (1987);
  • Zeynep Oral: Bir Ses (1987);
  • Sevgi Soysal: Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1976)…

 Edebiyat ve Sanat Konulu Anılar

Tanzimat Dönemi’nden sonra pek çok sanatçı ve yazar, özellikle olgunluk yaşlarında siyasî, sosyal, edebî, kültürel alanlardaki düşünce, gözlem ve izlenimlerini, eserleriyle ilgili açıklamaları yazmışlardır.

4. Edebiyat Konulu Anılar

  • Refik Halit Karay: İstanbul’un İç Yüzü (1920), Üç Nesil Üç Hayat (1943);
  • Ercüment Ekrem Talu: Dünden Hatıralar (1945);

5. Tiyatro ve Tiyatro Sanatçıları İle İlgili Anılar

Kimi tiyatro yazar ve sanatçıları da meslek hayatları boyunca başlarından geçen ilginç olayları kaleme almışlardır.

  • Hafi Kadri Alpman: Ahmet Fehim Bey’in Hatıraları (1976);
  • Vasfi Rıza Zobu: O Günden Bu Güne (1977), Uzun Hikâyenin Sonu (1990);
  • Halit Fahri Ozansoy: Şehir Tiyatrosunun 50. Yılı Darülbedayi Devrinin Eski Günlerinde (1964);
  • Haldun Dormen: Sürç ü Lisan Ettikse (1977);
  • Gülriz Sururî: Kıldan İnce Kılıçtan Keskince (1978);
  • Mücap Ofluoğlu: Bir Avuç Alkış (1985)…

6. Basın Anıları

Basın çalışanlarının, yazar ve muhabirlerinin anıları vardır:

  • Ahmet Rasim: Muharrir, Şair, Edip (1926, 1980);
  • Ahmet İhsan (Tokgöz): Matbuat Hatıralarım (1930–1931);
  • Yusuf Ziya Ortaç: Bizim Yokuş (1966);
  • Necip Fazıl Kısakürek: Babıali (1975);
  • Vedat Nedim Tör: Yıllar Böyle Geçti (1976)…

Fıkra

Fıkra: Belli bir amacı, savunulan bir düşünceyi ele alan ve bunu en kısa yoldan anlatan, mizah ve hiciv unsurlarını da içinde barındıran sözlü ya da yazılı hikâyelerdir. Bu özlü hikâyeler tek başına olabildiği gibi, sözün gelişine uygun her hangi bir yazı içinde de düşünceyi daha çekici hâlde ifade etmek amacıyla kullanılır. Bir yazarın günlük olaylara ya da ülke ve toplum sorunlarına ait her hangi bir konu üzerinde kişisel görüş ve düşüncelerini, akıcı bir dille anlatan düz yazılara Fıkra denir.

Fıkraların başlıca özellikleri

Hareketli, ilgi çekici olması, savunulan bir düşünceyi içine almasından başka bir devrin, bir insanın, belli bir zamanın ya da sınıfın özelliklerini, siyasî, sosyal vb. günlük her türlü olay ve sorunları canlandırmasıdır.

Türk Edebiyatında Fıkra

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ilk gazetelerle (İlk özel gazete 1860 yılında yayın hayatına giren “Tercüman-ı Ahvâl” dir.) birlikte görüldü. Başlangıçta sadece siyasî ve sosyal konular etrafında yazılan fıkralar, zaman içinde sınırlarını genişletmiş, bugün sanattan spora, ekonomiden siyasete kadar toplumun günlük bütün sorunlarını kuşatmıştır.

Fıkralar; gazete fıkralar, küçük hikâye niteliğindeki nükteli ve güldürü fıkraları olmak üzere iki türlüdür.

 Gazete Fıkraları:

Genellikle, günlük gazetelerin belirli köşelerinde yayımlanan bu tür fıkralarda ortaya konan sorunlar kısa, yalın ve akıcı bir üslûpla anlatılır. Okuyucunun ilgisini sürekli olarak canlı tutabilmek için, fıkra yazarlarının konularında tekrarlara düşmemesi, kapsamlı bir kavrayış gücüne, derin bir kültür zenginliğine ve geçmişle günlük olayları kaynaştırabilme ustalığına sahip olması gerekir.

Basit, bazen sözü edilmeyen bir mekân, anlamlı bir düşünce, karakteri canlandıracak kısa ve hareketli bir konuşma, dikkati çeken bir olay, fıkralar için yeterli malzemedir. Bugün için artık, gazete fıkra yazarlarının, istatistikî bilgilere de yer vererek, bilimsel bir yöntemle çalıştıklarını görüyoruz.

Fıkra yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir:

  • Konu; okuyucunun duygu, düşünce ve zekâsını okşayan günlük olaylardan (= aktüaliteden) seçilmelidir.
  • Yazının plânı hazırlanmalıdır.
  • Gerekiyorsa başkalarına ait deyişler saptanmalıdır.
  • Anlatımın açık fakat ustalıklı olmasına dikkat edilmelidir.
  • Yazı, gereksiz yere uzatılmamalı, elden geldiğince kısa tutulmalıdır.

Makale ile gazete fıkra yazıları arasındaki en önemli fark

  • Makale; daha uzun yazılır, kesin bir yargı ve kanıtlamaya gider. Buna karşılık, fıkra; kısa, etkili ve dokunaklı bir sonuca varmak amacını güder.
  • Gazete ve dergilerin fıkra yazarları; günlük olayları, özel bir görüşle inceleyip eleştirerek ya ciddî ya da güldürücü bir dille, sohbet biçiminde okuyucularına düşüncelerini aktarırlar.

Gazete ve dergi fıkralarında plân:

Fıkrada da tıpkı makaledeki gibi,

Giriş: Davayı ortaya koyma,

Gelişme: Konuyu açma ve çeşitli örneklerle açıklama,

Sonuç: Olumlu ya da olumsuz bir sonuca bağlama bölümleri yer alır. Fıkra; kısa ve öz yazıldığından yargılamaya, ispatlamaya ve ayrıntılara girilmez. Kısa, özlü, içinde derin anlamlar taşıyan bir fıkra yazabilmek ve bunu zevkle okutabilmek için yazarın, konuyu iyi kavrayıp ilginç noktaları gösterebilmesi, gereksiz sözlere yer vermemesi, duygu ve düşüncelerini inandırıcı, etkileyici ve akıcı bir dille anlatabilmesi gerekmektir.

 Küçük Hikâye Niteliğindeki Nükteli Fıkrala

Nasrettin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa ve Bektaşî fıkraları bu türdendir. Tanınmış kişileri ya da hayvanları ele alıp, bir hikâye tarzında, kısa ve öz olarak, ince zekâ oyunları taşıyan nükteli bir dille, sohbet biçiminde, bir sonuca bağlanarak yazılan yazılardır, diyebiliriz.

Fıkraların konularını, o çevrenin dikkatini çeken, iz bırakan sorunlar, olaylar, hareketler, sözler ve kişilik özellikleri oluşturur. Bu tür fıkralar, önce ağızdan ağza dolaşır; sonra bazı yazarlar tarafından çeşitli münasebetlerle yazıya geçirilir. Ayrıca bunlar, gerçeğe dayandığı için, araştırmalarda kaynak olarak da kullanılır.

Faysal DAL

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.