Ya eyyuhallezine amenu kunu kavvamine bil kıstı şuhedae lillahi ve lev ala enfusıkum evil valideyni vel akrabin, in yekun ganiyyen ev fakiran fallahu evla bihima fe la tettebiul heva en ta’dilu, ve in telvu ev tu’rıdu fe innallahe kane bi ma ta’melune habira.(Nisa,135)
Ey İman Edenler! Kendinizin, anne ve babanızın ve akrabalarınızın aleyhine bile olsa; tanıklık ettiğiniz kimseler, zengin de olsa, fakir de olsa, Allah için hakkaniyetli tanıklar olarak adaleti gerçek anlamıyla yerine getirin. Allah, onlara sizden daha yakındır. Haddi aşarak, tutkunuza tabi olmayın. Eğer gerçeği çarpıtıp, yüz çevirirseniz, Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
Nisa 135, Kur’an’daki en güçlü adalet manifestolarından biridir. Bu ayeti “determinist adalet ilkesi” (yani ilahi düzenin kaçınılmaz, tavizsiz ve nesnel olarak işleyen adalet yasası) bağlamında, psikososyal boyut yönüyle inceleyelim:
1. “Yâ eyyuhellezîne âmenû, kûnû qavvâmîne bil-qist…”
(“Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutan, onu sürekli savunan kişiler olun…”)
🔹 Determinist Adalet:
- Adalet, geçici bir seçenek değil; evrensel düzenin zorunlu ilkesi olarak emrediliyor. Tıpkı tabiat kanunları gibi, adalet ilahi sistemin kaçınılmaz koşulu.
- “Qavvâmîne” kelimesi sürekli, aktif ve dirençli bir duruşu ifade eder: Adalet, durağan değil; sürekli ayakta tutulması gereken bir ilkedir.
🔹 Psikososyal Boyut:
- Toplumda adalet, bireyler için güven ve istikrar üretir.
- Kişisel eğilimler, grup çıkarları veya geçici öfke karşısında adaletin dik tutulması, toplumsal vicdanın sürekliliğini sağlar.
- Psikolojik olarak bireye karakter disiplini, sosyal olarak ise kurumsal güven kazandırır.
2. “… şühedâe lillâh…”
(“… Allah için şahitlik edenler olun…”)
🔹 Determinist Adalet:
- Şahitliğin amacı toplumsal çıkar, kişisel menfaat veya ideoloji değil; sadece Allah içindir.
- Bu, adaletin mutlak referansını belirler: İlahi irade. Böylece adalet, zamana, mekâna veya koşullara göre değişmeyen bir sabit ilkeye bağlanır.
🔹 Psikososyal Boyut:
- “Allah için şahitlik” bilinci, insanda içsel kontrol mekanizmasını güçlendirir.
- İnsan, sosyal baskı veya çıkar ilişkilerinden bağımsız, sadece vicdan ve iman merkezli davranmaya yönelir.
- Bu, toplumsal ilişkilerde tarafsızlık ve güvenilirlik inşa eder.
3. “… velev ‘alâ enfusikum evil-vâlideyni vel-aqrabîn…”
(“… isterse kendi aleyhinize, anne-babanızın ya da yakınlarınızın aleyhine olsun…”)
🔹 Determinist Adalet:
- Adalet, akrabalık ve çıkar bağlarından bağımsızdır. İlahi düzen, insan ilişkilerinin en güçlü bağlarını bile adalet ilkesine feda etmeyi emreder.
- Bu, adaletin tavizsizliğini gösterir: kişisel ve toplumsal yakınlıklar, adalet terazisinde hiçbir değer ifade etmez.
🔹 Psikososyal Boyut:
- İnsan psikolojisi doğal olarak “kendini ve yakınlarını kayırma” eğilimindedir. Ayet, bu nepotizmi (akraba kayırmacılığı) kırar.
- Bu ilke, toplumda eşitlik duygusunu pekiştirir, sosyal adaletin kökleşmesini sağlar.
- Bireyde ise öz-eleştiri ve erdemli sorumluluk bilincini güçlendirir.
4. “… in yekun ghaniyyen ev faqîran, fallâhu evlâ bihimâ…”
(“… zengin de olsa fakir de olsa, Allah ikisine de daha yakındır.”)
🔹 Determinist Adalet:
- Sosyo-ekonomik durum adaletin ölçütü olamaz.
- İlahi düzen, zengini korumak için lobi gücünü; fakiri kayırmak için duygusal merhameti reddeder. Adalet, her durumda tarafsızdır.
🔹 Psikososyal Boyut:
- Zenginlik karşısında korku ve çıkar, fakirlik karşısında ise duygusal kayırma eğilimi vardır. Ayet, bu iki psikolojik tuzağı dengeler.
- Böylece toplumda fırsat eşitliği, bireyde ise ön yargısız değer yargısı gelişir.
5. “Fe-lâ tettebi‘ul-hevâ en ta‘dilû…”
(“… öyleyse adaletten sapmamak için hevesinize/arzunuza uymayın.”)
🔹 Determinist Adalet:
- Hevâ (arzu, çıkar, önyargı), adaletin en büyük düşmanıdır. İlahi sistem, adaletin heva karşısında direnmesini zorunlu kılar.
- Bu, adaletin rasyonel ve nesnel zeminini garanti eder.
🔹 Psikososyal Boyut:
- İnsan psikolojisinde duygusal yanlılık (bias) sürekli vardır. Ayet, bunun farkında olmamızı ve bilinçli şekilde denetlememizi emreder.
- Sosyal boyutta, çıkar gruplarının veya popülizmin adaleti çarpıtmasına engel olur.
6. “Ve in telvû ev tu‘ridû, fe innallâhe kâne bimâ ta‘melûne habîrâ.”
(“… eğer gerçeği çarpıtırsanız yahut yüz çevirirseniz, bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”)
🔹 Determinist Adalet:
- İlahi sistemin denetiminden hiçbir sapma kaçamaz. Adaletin bozulması, hem dünyevî hem uhrevî düzende karşılık bulur.
- Allah’ın “habîr” sıfatı (her şeyin iç yüzünü bilen), adalet ihlallerinin görünmez olmadığını bildirir.
🔹 Psikososyal Boyut:
- Bu uyarı, bireyde sürekli vicdan gözetimini canlı tutar. Kişi gizli-açık hiçbir sapmanın Allah’tan saklanamayacağını bilir.
- Toplumda ise bu bilinç, hesap verebilirlik kültürünü besler; yöneticiden bireye kadar herkesin şeffaflık sorumluluğunu artırır.
🌿 Sonuç:
Nisa 135, determinist bakışla şunu söyler: Adalet, çıkar, bağ, duygu veya güç ilişkilerinden bağımsızdır; çünkü ilahi düzenin zorunlu kanunudur.
Psikososyal boyutta ise:
- Bireyin nefsi, ailesi, çıkarı, duygusu sürekli adaleti çarpıtmaya eğilimlidir.
- Toplumda zengin-fakir, güçlü-zayıf arasındaki dengesizlikler adaleti bozar.
- Bu ayet, hem bireysel vicdanda hem toplumsal düzende sürekli denetim ve tarafsızlığı emrederek adaleti determinist bir yasa haline getirir.
“Müslüman toplumlarda adalet krizinin tarihsel determinizmi”
“Adalet ilkesi” Kur’an’ın merkezî değerlerinden biridir. Senin daha önce istediğin gibi determinist yaklaşım ile bakarsak: Adalet, ilahî sistemin kaçınılmaz yasasıdır; sapıldığında birey ve toplum uzun vadede yıkıma uğrar. Şimdi kronolojik olarak Emevîlerden günümüze Müslüman toplumlarda adalet ilkesinin durumunu inceleyelim:
1. Emevîler Dönemi (661–750)
- Kur’anî adalet anlayışı: Kabilecilik, nepotizm (akraba kayırmacılığı) ve dünyevîleşme yüzünden büyük ölçüde gölgelendi.
- Adalet yerine iktidarın bekası, yönetici hanedanın çıkarı öncelendi.
- Psikososyal sonuç:
- Halk arasında adalet güveni zedelendi.
- Mevali (Arap olmayan Müslümanlar) ikinci sınıf görüldü.
- Bu, İslam toplumu içinde eşitsizlik ve parçalanma üretti.
2. Abbâsîler Dönemi (750–1258)
- Başlangıçta “Ehl-i Beyt’in hakkını savunma” sloganıyla geldiler ama zamanla onlar da saltanat merkezli bir yapıya kaydılar.
- Adalet, dönemin âlimlerinin ve kadılarının çabalarıyla kısmen korunsa da siyasi otorite çoğu zaman keyfî idi.
- Psikososyal sonuç:
- Bilim, kültür ve medeniyet gelişti ama adalet uygulamaları eşit ve tutarlı değildi.
- Toplumda otoriteye boyun eğme kültürü güçlendi.
3. Selçuklu – Osmanlı Geçişi (11.–15. yy.)
- Selçuklular ve Osmanlılar, adalet ilkesini merkezî devlet ideolojisi haline getirdiler: “Nizâmülmülk” ve “adalet dairesi” anlayışı.
- Ancak Osmanlı’da kardeş katli gibi siyasî meşruiyet araçları, Kur’an’ın “masum cana kıyma yasağı” ile çelişti.
- Psikososyal sonuç:
- Adalet fikri, hukuk ve devlet düzeninde güçlüydü ama çoğu zaman saray çıkarına bağlıydı.
- Halk için adalet = “padişahın vicdanı”na bırakılmış bir kavram oldu.
4. Modern Dönem (19.–20. yy.)
- Müslüman toplumlar Batı sömürgeciliği ile karşılaştığında, adalet ilkesi hem içeriden hem dışarıdan sarsıldı.
- Sömürge sonrası kurulan birçok Müslüman devlet, Kur’an’ın adalet anlayışını değil, otoriter yapıyı benimsedi.
- Psikososyal sonuç:
- Halk ile devlet arasında güven kaybı.
- Adaletin değil, güç ve çıkarın üstünlüğü algısı.
5. Günümüz (21. yy.)
- Bugün Müslüman toplumlarda:
- Nepotizm, yolsuzluk, hukukta çifte standart yaygın.
- Adalet, Kur’an’ın istediği şekilde tarafsız, bağımsız ve evrensel değil; çoğu zaman iktidarın aracı.
- Psikososyal sonuç:
- Halkın devlete ve dini kurumlara güveni azaldı.
- Genç kuşaklarda “adalet yoksa din de yok” düşüncesi yayılıyor.
- Bu, iman ile sosyal düzen arasındaki bağın kopmasına sebep oluyor.
🌿 Genel Değerlendirme
- Kur’anî adalet ilkesi: Kişisel, akrabalık veya sınıf çıkarı gözetmeden, herkes için eşitlik.
- Tarihsel gerçeklik: Emevîlerden bugüne çoğu zaman adalet, güç dengeleri ve çıkar politikaları uğruna feda edildi.
- Determinist sonuç: İlahi sistemin yasası gereği, adalet terk edildiği ölçüde Müslüman toplumlar zayıfladı, parçalandı, sömürüye açık hale geldi.
📌 Psikososyal Yorum
- Adalet yoksa toplumda güven erozyonu olur.
- Güven erozyonu → bireysel umutsuzluk ve toplumsal çözülme üretir.
- Bugün yaşanan krizlerin çoğu, ekonomik ya da siyasî olmaktan önce adalet krizidir.
Normalde iman etmiş kişi adaleti ayakta tutmaz mı?
“Ey iman edenler!” hitabının mantığını çözmek, Kur’an’ın üslup inceliğini anlamak açısından çok önemli.
1. İman ve Adalet Aynı Şey Değildir
- İman, kişinin Allah’ı kabulü ve kalpteki tasdiktir.
- Adalet ise bu imanın hayata yansımasıdır; sosyal ilişkilerde, hukuki kararlarda, ailede, siyasette ortaya çıkan pratik ilkedir.
- Kur’an, imanın otomatik olarak adalet doğurmadığını, bu yüzden ayrıca emredilmesi gerektiğini hatırlatır.
🔹 Mantık:
“İman ettim” diyen kişi, adaleti her durumda kendiliğinden uygulamaz. Nefsi, önyargısı, çıkarı, korkusu veya sevgisi yüzünden adaletten sapabilir. Bu yüzden ayrıca “adaleti ayakta tutun” emri verilir.
2. İman, Potansiyeldir; Fiile Dönüştürülmesi Gerekir
- Kur’an’daki hitaplar genelde “Ey iman edenler!” şeklindedir çünkü iman kişiyi sorumluluk altına sokar.
- İman, adaletin ruhi motivasyon kaynağıdır; ama onu eyleme dönüştürmek bilinçli çaba ister.
- İman = potansiyel; adalet = bu potansiyelin fiiliyata geçmesi.
🔹 Mantık:
Bir öğrenci “dersi seviyorum” diyebilir ama bu otomatik olarak ders çalıştığı anlamına gelmez. Sevgi (iman) potansiyel; ders çalışma (adalet) eylemdir.
3. Adalet Nefsani Engellerle Çatışır
- İnsan, en yakınları veya kendi menfaati söz konusu olduğunda adalet terazisini kolayca eğebilir.
- Bu yüzden Allah, “Ey iman edenler! Adaletin bekçileri olun” diyerek, müminin de kendi nefsine karşı korunması gerektiğini söyler.
- Yani bu hitap, aslında mümine bir uyarı ve sorumluluk hatırlatmasıdır.
4. Sosyal Psikolojik Boyut
- İman eden bireyler, toplum içinde birbirlerini “iman kardeşi” olarak görür. Bu durum, kayırmacılık riski doğurur.
- “Ey iman edenler!” hitabı, mümin topluluğa:
- “Sadece kardeşlik bağına güvenmeyin,
- adalet terazisini herkese eşit uygulayın.”
mesajını verir.
🌿 Sonuç
“Ey iman edenler!” hitabı bir teyit değil, bir uyarıdır:
- İmanınız sizi sorumluluktan muaf kılmaz.
- İman ettiniz ama bu, kendiliğinden adaletli olacağınız anlamına gelmez.
- Adalet, imanınızı ispat eden somut pratiktir.
“Kur’an’da Ey iman edenler! (yâ eyyuhellezîne âmenû) hitaplarının işlevleri”ni sistematik olarak çıkaralım:
1. Sorumluluk Hatırlatması
- Hitap, müminlere yöneliktir; çünkü iman, sadece kalpte değil, hayatta da sorumluluk gerektirir.
- Yani “Ey iman edenler!” = “Siz artık sıradan bireyler değilsiniz, özel yükümlülükleriniz var.”
📌 Örnek: “Ey iman edenler! Namazı kılın, zekâtı verin…” (Bakara, 43)
2. Uyarı ve İkaz
- İman edenler bile nefis, çıkar ve önyargılarla yanılabilir. Bu hitap, “iman ettiniz ama dikkat edin, hata riski var” ikazıdır.
📌 Örnek: “Ey iman edenler! Zandan çokça kaçının, çünkü zannın bir kısmı günahtır.” (Hucurât, 12)
3. İmanı Eyleme Dönüştürme Çağrısı
- İman, potansiyeldir; fiile geçmesi gerekir.
- Bu hitap, imanı davranışla bütünleştirme çağrısıdır.
📌 Örnek: “Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamberine itaat edin.” (Nisa, 59)
4. İmanla Test Edilen Alanlara Yönlendirme
- Özellikle zor olan alanlarda (adalet, cihat, infak, sabır) bu hitap gelir.
- Çünkü bu konular, imanın kalıcı bir sınavıdır.
📌 Örnek: “Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutan kimseler olun…” (Nisa, 135)
5. Kimlik ve Aidiyet İnşası
- “Ey iman edenler!” ifadesi, mümin topluluğa ortak bir kimlik kazandırır.
- Bu hitapla birey, Allah’ın muhatabı olduğunu hisseder; aidiyet ve bilinç gelişir.
📌 Örnek: “Ey iman edenler! Hepiniz topluca Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın.” (Âl-i İmrân, 103)
🌿 Genel Mantık
“Ey iman edenler!”:
- İmanın kendiliğinden yeterli olmadığını,
- İmanın sürekli sınandığını,
- Her hitabın aslında bir sorumluluk çağrısı olduğunu gösterir.