Aruz Ölçüsü
Aruz ölçüsü, Arapların icadıdır. Onlardan Acemlere geçmiştir. Acemler aruz ölçüsünün bazı kalıplarını kendi dillerinin özel yapısına uydurmuşlar, böylece bir Acem aruzu meydana getirmişlerdir. Daha sonra Acem edebiyatıyla sıkı ilişki kuran Türk şairleri de aruzu, Acemlerden aldılar. Fakat Türk şairleri, aruzu Türk zevkine göre işlediler ve böylece bir Türk aruzu meydana getirdiler. Aruz, Türk edebiyatında o derece köklendi ki Yunus Emre, Âşık Garip, Gevherî, Emrah, Dertli ve Seyranî gibi birçok ünlü halk şairlerimiz bile bu ölçüyle şiirler yazdılar.
Bütün Türk edebiyatında kullanılan aruz bahirlerinin sayısı ortalama olarak altıdır. Daha fazlasını Şeyh Galip kullanmıştır ki o da dokuzu geçmemiştir. Şairlerimizin asırlar boyunca kullandıkları bu ölçülere canlı ölçü diyoruz.
Uygulamada Aruz
Aruz ölçüsü (vezni), sözcüklerin hecelerindeki karakter ayrılığından doğar.
Aruza göre, bütün sözcüklerdeki heceler önce iki kümeye, bu kümeler de tekrar ikişer bölüme ayrılır: Birinci kümedekilere açık hece, ikinci kümedekilere de kapalı hece denir.
1. Açık Hece
Açık hece, ünlü (sesli)yle biten hecedir. Bu çeşit heceler ses tartısı bakımından iki ayrı durum gösterirler:
a) Kısa açık heceler:
Kısa açık heceler ince ve hafif olabileceği gibi kalın ve ağır da olabilirler. Örneğin benim, elim, demin, yemin gibi sözcüklerin ilk heceleri kısa açık, hafif ve ince hecelerdir. Fakat kapı, başım, kaşım gibi sözcüklerin ilk heceleri kısa açık, kalın ve ağırdır.
- Açık hecelerin incelik ve kalınlıklarının aruz ölçüsünde pek önemi yoktur. Burada bilinmesi gereken şey, kısa açık hecelerin yarım ses sayılmasıdır. Çünkü böylesi hecelerde ses tamamlanmadığı için durulamaz. Sesin tamamlanması için hecenin sonunda bir ünsüzün olması gerekir.
- Araplar Faale sözcüğünden (kelimesinden) fâ’lün, feûlün, fâilün, fâilâtün, müstef’ilün, mefâilün, müstef’ilâtün gibi bir takım kalıplar çıkarmışlardır. Bu kalıpların her birine tef’ile diyorlar.
Bu tef’ileler düzenine göre aruzda on dokuz bahr vardır. Her bahr, tekrar parçalara bölünerek evzan-ı fer’iye denen ölçüleri meydana getirir. Fâilâtün kalıbıyla yapılan fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün vezniyle remel bahri denir. Sadece bu bahrden yirmi iki ölçü çıkarılır.
- Bir sözcüğün ilk kısa hecesinden sonra gelen kısa hecede de durulamaz. Bu çeşit hecelerde ses tamlığını sağlayabilmek için, kendilerinden sonra kapalı bir hecenin gelmesi gerekir.
Aruzda, arka arkaya üç açık heceli sözcük kullanılmaz. Çünkü bu ölçüde üç açık heceli kalıp yoktur. Örneğin devekuşu, yönetici vb. gibi sözcükler aruz ölçüsüne giremezler. Bu da aruzun bir kusurudur.
b) Uzun açık heceler:
Uzun açık heceler tam sesli şapkalı yani uzatma işareti taşıyan hecelerdir. Bu hecelerde ses tamamlandığı için elimizde olmadan duraklarız. Örneğin hâkim, şair, bikes, nebînin, enisin, icra, Mûsa sözcüklerinde olduğu gibi. Yalnız burada dikkat edilecek bir nokta var:
Uzun söylenen açık heceler, sözcüğün yapısında üç şekilde yer alırlar.
Yani sözcüğün ya başına ya ortasına ya da sonuna gelebilirler. Böylesi heceler sözcüğün neresine gelirlerse gelsinler, tam sestirler.
- Örneğin örnekteki hâkim sözcüğünde uzun açık açık başa, Nebînin sözcüğünde ortaya, icrâ sözcüğünde de sona gelmiştir.
2. Kapalı Hece
Ünsüzler (sessizler)le biten hecelere kapalı hece diyoruz. “Gel -dim” deki heceler gibi. Kapalı heceler de kapalı uzun ve kapalı kısa olmak üzere ikiye ayrılır. Bu hecelerin de kalını ve incesi vardır:
a) Kapalı kısa hece:
Bu çeşit heceler sadece ünsüzle biten fakat söylenirken uzatılmayan hecelerdir: Ben, sen, bel, gül, al, yap, yırt, sat, kat, kurt gibi.
b) Kapalı uzun hece:
Bu çeşit heceler hem ünsüzlerle bittikleri için kapalıdırlar hem de uzun söylenirler. Bu hecelerin içinde şapkalı bir ünlü vardır. Örneğin şîr, pîr, şâh, mâh, dost sözcükleri gibi. Bu çeşit, yani hem kapalı hem de uzun söylenen heceler, tek başlarına söylendiklerinde tam seslidirler.
- Fakat sonlarına bir de yarım sesli hece gelirse bir buçuk sese çıkarlar. Bir buçuk ses aruzda ayrı bir konu olan med için büyük önem taşır.
İşte karakter bakımından birbirine benzeyen heceleri, bütün mısralarda alt alta getirme dizgesine (sistemine) «Aruz ölçüsü» denir.
- Aruzla yazılmış bir şiirin ölçüsünü bulmak için, mısradaki sözcüklerin hecelerini, nokta ve çizgi ile işaretleriz. Açık kısa heceler (.) ile; kapalı kısa, kapalı uzun ve açık uzun heceler de (-) ile gösterilir. Mısra sonuna gelen hece, açık da olsa kapalı sayılır.
Örnek:
Günlerce /ne/ gördüm /ne de /bir /kimseye/ sordum
– – . / . / – – / . . / – . . / . – –
Yârab! Hele kalp/ ağrılarım /durdu/ diyordum
– – /. ./ – / – . . -/ – ./ . —
(Yahya Kemal BEYATLI)
Görülüyor ki kapalı heceler kapalılarla, açık heceler de açıklarla alt alta gelmişlerdir. İşte aruzun dayandığı düzen budur. Aruz hakkındaki diğer bütün bilgiler, bu düzenin tamamlayıcı ayrıntılarıdır.
Takti Nedir?
Aruzla yazılmış bir manzumenin ölçüsünü bulmak için, mısraları meydana getiren sözcüklerdeki heceleri, yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi nokta ve çizgiyle işaretlemeye ve kalıplara göre bölmeye takti denir.
Aruz Kalıpları
Aruz ölçüsünün çeşitli kalıpları vardır. Bu kalıplardan en çok kullanılanları ve hatırda tutulması kolay olanları tanıtmayı uygun bulduk. Aruz kalıbına eskiler cüz derlerdi.
Türk edebiyatında kullanılan kalıplar şunlardır:
Müstef’ilun, mefâilün, mefâilün, feilâtün, fâilâtün, müfteilun, mütefâilün, müstef’ilâtün, feilün, fâ’lün, feûlün, mef’ûlü, fâilâtü, mefâîlü.
Bu kalıplar, birbirleriyle bağlanışları bakımından üç kümeye ayrılır. Birinci kümede bulunanlara Tek düzen (müttarit), ikinci kümede bulunanlara Yarı karma (yarı muhtelit), üçüncü kümede bulunanlara da Karma (muhtelit) ölçüler denir. Şimdi bunları sırasıyla görelim:
1. Tekdüzen ölçüler (müttarit vezinler):
Bu ölçüler, bir tek kalıbın arka arkaya sıralanmasıyla meydana gelir.
Örnek:
Me fâ i lün / me fâ i lün / me fâ i lün / me fâ i lün (4 tane – -. -)
Fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lün – .- – / -. – – / -. – – / -. –
2. Yarı karma
Yarı karma ölçüler ayrı ayrı iki kalıbın önce yan yana gelmeleri, sonra da o durumda yinelenmeleriyle meydana gelirler. Bu tür ölçüler ilk iki kalıbın ayrı ayrı olmalarından dolayı karma (muhtelit), bu durumlarıyla yinelenmeleri yüzünden de muttarid karakter taşırlar. Onun için böylesi ölçülere Yarı karma ölçü denmiştir.
Örnek:
Me fâ î lün / fe û lün / me fâ î lün / fe û lün
Mef’ û lü /me fâ î lün / mef’ û lü / me fâ î lün
Sekt- i Melih
Sekt-i melih, aruz ölçüsünde her zaman kullanılan bir ölçü değildir. Daha çok mesnevî türünde arada sırada kullanılır. Melih tatlı, çekici ve güzel anlamlarına gelir. Sekt ise nefes almadan sesi kısma demektir. Edebiyatta sekt, «ahenk kırıklığı» anlamında kullanılmaktadır.
- Mesnevî gibi uzun manzumelerde bir ölçünün süreli olarak kullanılması usanç verir. Arada bir sekt-i melih yapmak suretiyle ölçünün ahenginde bir kırma, bir değişiklik meydana getirme ihtiyacı duyulmuştur. Fakat bu bir kural olmadığı için her uzun nazımda başvurulması gereken zorunluk sayılmamıştır. Sekt-i melih şu şekilde yapılr: Mef’ûlü mefâilün feûlün ölçüsü, önce iki kalıba bölünür. Bu bölünmede ölçü şu şekle girer:
Mef’ûlü me fâ /i lün fe û lün
Birinci kalıbın üçüncü ve dördüncü heceleri, bir tek kapalı, yani tam sesli hece durumuna getirilir. O zaman ölçü şu şekli alır: Mef’û lün fâ / i lün fe û lün
Böylece on hecelik ölçü, dokuz heceye düşer.
Aruzda Altı Sorun
Aruz ölçüsünü iyice kavrayabilmek için, sadece hece şekillerine göre meydana getirilen kalıp düzenlerini tanımak yeter sayılmamalıdır. Çünkü ölçü dediğimiz kalıp düzenlerine, her sözcüğü uydurmak mümkün olmaz. Bu zorluğu yenebilmek için şairler, vasl (ulama), imale (çekme), zihaf (kısma), kasr (kısaltma), med (kabartma), ritim (ahenk) diye birtakım sorunlar ortaya koymuşlardır. İşte aruzda bu altı sorunun da bilinmesi şarttır.
1. VASL (ulama):
Vasl (ulama), kapalı bir heceyi, açık hece durumuna getirmek için yapılır.
Son hecesi ünsüzle (sessiz harfle) biten bir sözcük kendinden sonraki ilk hecesi ünlüyle (sesli harfle) başlayan sözcüğe kendiliğinden bağlanır. Böylece iki sözcük arasında bir ses kaynaşması meydana gelir.
Mevsim mütehayyil vakit akşamdı Bebekte
Bu mısraa dikkatle bakıldığında, ünlüyle biten vakit sözcüğünün, ünlüyle başlayan akşam sözcüğüne nasıl bir akışla bağlandığı kolayca anlaşılır. Burada ölçünün isteğine göre bir bağlanma olmakla beraber, heceler arasındaki ses anlaşması başta gelmektedir. Bazen ölçü gereğince doğal olarak bağlanması gereken yerde, bağlanma yasaklanır. Bu yasaklama bakımından Ziya Paşa’nın şu beytine bakalım:
Hür olmak eğer ister isen olma cihanın
Zevkinde safasında gamında kederinde.
Birinci mısranın ilk iki sözcüğü, söyleyişte doğal olarak birbirlerine bağlandıkları halde, ölçü gereğince bağlamadan, ayrı ayrı okumak zorundayız. Eğer bağlı olarak okursak bu ilk iki sözcüğü feûlün kalıbına uydurmuş oluruz. Hâlbuki beytin ölçüsü “mef’ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün”dür. Bu ölçüye göre olmak ile eğer sözcüklerinin bağlanması gerekmektedir ve şöyle olur: Hür ol ma/ke ğer is te/ri sen ol ma/ci hâ nın
Bu mısrada” ister” sözcüğüyle “isen” sözcüğü kendi aralarında bağlanmışlardır.
Ulamanın, yani ünsüzle biten sözcüğü, ünlüyle başlayan sözcüğe bağlamanın faydası şudur: Ünsüzle biten hece kapalıdır yani çizgi ile işaretlenir. Hâlbuki aruz kalıbı, o hecenin açık olmasını istemektedir. İşte bu durum karşısında -yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi -birbirlerine bağlanan iki sözcükten ilkinin son ünsüz harfini ikinci sözcüğün ünlü harfle başlayan ilk hecesine aktarmış oluruz. Böylece ilk sözcükteki kapalı olan son hece açık duruma getirilmiş olur: Hür olma keğer iste risen olma cihânın
2. İMALE (Çekme, uzatma) :
Arap ve özellikle Fars dillerinde uzun heceli sözcük pek çoktur. Onun için aruz ölçüsüne yatkınlıkları vardır. Fakat Türkçe sözcüklerde uzun ve kısa hece diye bir sorun yoktur. Bu bakımdan eski şairlerimizin elinde Türkçe, çok sıkıntı çekmiştir. Birtakım yerli yersiz imalelerle eğilip bükülmüş, çekilip sündürülmüştür. Buna rağmen Türkçemiz aruza direnmesini bırakmamış, Tevfik Fikret ve Mehmet Âkif’le dâvasını kazanmış, aruzu kendi yapısına uydurmuştur.
İmale, aslında kısa olan hecenin ölçü gereğince çekilmesidir. Arapça ve Farsça’da kısa hecelerin çekilmesi yasaktır. Çünkü bu dillerde uzun hece çoktur. Fakat bizim şairlerimiz, ünlü harfle yazılan hecelerimizi gerektiğinde uzun hece saydılar. Böylece Türkçe, Arap ve Acem dillerine uyduruldu.
Aruz kalıplarının uzun hecelerine göre çekilip sündürülen Türkçemiz, çok acayip kılıklara girdi. Divan Edebiyatı süresince yürüyen bu durum, Batı yönlü Tanzimat Edebiyatı boyunca da değişmedi.
İmalenin bir koyusu, yani kulağı fazla tırmalayanı; bir de hafifi, yani pek rahatsız etmeyeni vardır. Örneğin koyu imaleyi, Bâkî’nin «Fâilâtün» ölçülü şu mısraında açık olarak görmekteyiz:
- Görelim âyine-i devran ne sûret gösterir
Bu mısrada ilk sözcük Türkçedir. Hiç bir uzun hecesi yoktur. Fakat «Fâilâtün» kalıbına uymak zorunda bırakıldığı için, ilk hecesi «Go» şeklinde sünmüştür. Mısranın taktii şöyledir:
Gö re lim â / yi ne-i dev / ran ne sû ret/gös te rir
Fâ i lâ tün / få i lå tün / fâ i lâ tün / fâ i lün
Hafif imaleye de şu mısraı örnek olarak gösterebiliriz:
- Kenarın dilberi nazik de olsa nâzenin olamaz
Bu mısrada da dilberi sözcüğünün “-ri” hecesiyle olsa sözcüğünün “-sa” hecesi imale edilmiş yani çekilmiştir(uzatılmıştır). İmaleyi usta şairler biraz tatlılaştırabilmişlerdir. Örneğin Fuzulî «Su Kasidesi»ndeki şu beytinde tatlı bir imale kullanmış, birinci mısraın ilk iki sözcüğü olan “Suya vermek” deyiminin kavram bakımından güçlenmesini sağlamıştır:
Suya versün bağban gülzarı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su
Bu beyitte «Suya versin» sözcüklerinin taktii şöyledir: Su ya ver sün: Fâ i la tün
Bir manzumede imaleleri tanımadıkça aruz ölçüsünü doğru okumak mümkün değildir. İmalelerin yalnız Türkçe sözcüklerle yapıldığını hatırdan çıkarmamalıdır. İmalelerin bir de Arkaik cinsi vardır. Bunu daha çok son zaman şairlerimiz yapmışlardır. Yakın zamanda aruz ölçüsüyle şiir yazan şairlerimizin hemen hepsi imaleyi şiirden kaldırmışlardır. Fakat bunlar arasında Yahya Kemal Beyatlı ve Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şairlerimiz, maksatlı olarak özel imaleler yapmışlardır. Artık bu, kusur sayılmıyor, hattâ ustaca bir tutum olarak gözetiliyor. Arkaik imale, geçmişten ses verme maksadıyla yapılır. Örneğin Faruk Nafiz Çamlıbel’in şu beytindeki arkaik imale çok başarılı olmuştur :
- Manend-i İlâh perde – pûşuz Åsar üzerinde adımız yok.
Burada adımız sözcüğünün ilk hecesi maksatlı olarak çekilmiştir. İkinci mısraın taktii yapıldığında şekil şu olur:
A sar ü/ze rin de â/dı mız yok
Mef ù lü/me fâ i lün/fe û lün
Bu taktide görüldüğü üzere “adımız” sözcüğünün “-a” hecesi, “mefâilün” kalıbının sonundaki kapalı heceye rastlamaktadır. Bunu şair kasıtlı olarak yapmıştır ve dikkatimizi bu sözcük üzerine çekmektedir.
3. ZİHAF (kısma) :
Zihaf, imalenin tersidir. Arapça ve Farsçadaki uzun heceyi, ölçünün gerektirdiği yerde kısa hece gibi okumaya zihaf denir.
- Burada dikkat edilecek şey, imalenin Türkçe heceleri çekip uzattığı, zihafın ise Arapça ve Farsça heceleri kıstığıdır.
Eski şairler zihafı hoş karşılamazlar, bir çeşit beceriksizlik sayarlardı. Ama yeri gelince en ünlü şairler bile bu kusuru işlemekten kendilerini alamamışlardır. Örneğin Nef’i șu mısraında, ölçüye uymak kaygısı yüzünden açık olarak göze çarpan bir zihaf yapmıştır:
- Hâbgâh eyler gazale pehlu-yu şir-i neri
Bu mısradaki “pehlû” sözcüğünün son hecesi açık uzun hecedir. Ölçüye uydurmak çabasıyla mısrada açık kısa hece olarak kullanılmıştır. Yani zihaf yapılmıştır.
4. KASR (kısaltma, inceltme) :
Kasr, uzun bir heceyi hafifletmek, yani inceltmektir. Örneğin şah hecesinin şeh şeklinde, mâh hecesinin meh şeklinde söylenmeleri gibi.
Kasr, iki türlüdür. Birisi sanatta hoş karşılanır fakat ötekisi uygun görülmez. Örneğin şahsüvar yerine şehsüvar denmesi daha uygun görüldüğü halde dünya yerine dünye denmesi hoş karşılanmaz.
Bunlardan başka bir de özel isimlerin ölçü gereğince kısaltılması sakıncalı görülmemiştir. Örneğin Abdülhak Hâmit, “Eşber” tiyatrosunda (ki bu tiyatro manzum olarak yazılmıştır), Aristo özel ismini “Risto” şeklinde; Nedîm, İstanbul hakkındaki kasidesinde İstanbul sözcüğünü “Stanbul” biçiminde söylemekten çekinmemişlerdir.
5. MET = MED (kabartma) :
Meddin imaleyle karıştırılmaması gerektir. İmaleyi kavramak medde göre daha kolaydır aruzun en önemli sorunlarının başında “med” gelir. İmale, aruzun kusurları arasındadır. Fakat med, ritim denen iç ahengi sağlayan bir seslendirme sanatıdır.
Med, iki heceyi bir hece durumuna getirmek, yani bir tam sesi bir buçuk sese çıkarmak, böylece ses tartısını kabartmaktır. Bunun nasıl olduğunu, bir uygulama ile kavramaya çalışalım :
- Tutsaydım o ruh gitmeseydi (A. Hâmit TARHAN)
Bu mısraın ölçüsü “Mefûlü / mefâ ilün /feûlün” dür. Bu ölçüye göre mısranın taktii yapılınca şöyle olur:
Tut say di mo ruh/git me sey di
Mef’ û lü me fâ / lün fe û lün
Görülüyor ki ikinci kalıbın ilk hecesi olan «i» hecesi ortada yok. Çünkü ikinci kalıp lünfeûlün değil ilünfelllün’dür. Mısrain ikinci parçası olan «gitmeseydi» sözcüğünün kalıbı Fâilâtün’dür. Halbuki aruzda Mef’ûlümefâ fâilâtün şeklinde bir ölçü yoktur. Öyleyse bu mısraı başka türlü takti etmek gerekiyor:
Tut say di mo rû / h git me sey di
Mef û lü me fâ / i lün fe û lün
Bu şekildeki taktide, ikinci kalıbın ilk «i» hecesi ortaya çıkmış oldu. Şu duruma göre ruh sözcüğünün ru kısmı, birinci kalıbın sonundaki uzun fâ hecesine uyarak rû şeklinde uzamış ve tam ses durumuna gelmiştir. Bu böyle olurken rûh sözcüğünün «h» sesi de ikinci kalıbın ilk kısa hecesi olan «i» ye karşılık olmuş, böylece yarım ses kazanmıştır. (Uzun hecelerin tam, kısa hecelerin de yarım ses olduklarını biliyoruz). Bu durumda ruh hecesi, birinci kalıptan tam ses, ikinci kalıptan da yarım ses aldığı için bir buçuk sese çıkmış, rû…h şeklinde kabarmıştır. İşte aruzda tam sesli bir hecenin bir buçuk sese çıkarılmasına yani kabartılmasına met denir.
Met, şiirde ahenk ve ses zenginliği meydana getirdiği için sanatçılardan, çok ilgi görmüştür.
- Met, daima bir uzun hece ile onu izleyen kısa hece arasında yapılır.
Yahya Kemal’in şu beytinin ikinci mısraındaki «med» di de bulalım:
- O şûh ağlar bugün kasr-ı Şerefâbâde geldikçe
- O nûşânûş demler hâtır- nâşâde geldikçe
- O nû şê nû /ş dem ler hâ/tı r- nâ şâ/de gel dik çe
Burada nûş hecesinde met vardır. Çünkü birinci kalıbın son hecesinden tam ses, ikinci kalıbın da ilk hecesinden yarım ses almıştır. Şu beyitlerdeki «med»leri de siz bulmaya çalışınız :
Turfa rengârenk ahenk eylemiş sahrayı pür
Küh ses verdikçe şeyda bülbülün efganına
Nedîm
Müheyya oldu meclis sakiya paymaneler dönsün
Bu bezm-i ruh bahşın şevkine mestaneler dönsün
Bâki
6. RİTİM (İç ahenk) :
Aruzla yazılmış şiirlerin, aruz ölçüsünün karakterinden gelen musikiden, imale ve medlerden ahenk aldıkları bir gerçektir. Fakat Divan tarzı şiirlerdeki ritim, sadece bunlara dayanmaz. Üstün sanatçılar, şiirlerindeki ritmi, mısralarına yerleştirdikleri sözcüklerin düzeninden de sağlarlar. Çünkü sözcüklerin de kendilerine göre bir ses örgüleri vardır.
- Genel olarak kapalı uzun heceyle biten sözcükten sonra açık heceyle başlayan bir sözcük getirdiğimiz zaman, o uzun heceyi istediğimiz kadar çekmemiz ve kabartmamız mümkün olur. Bu çekme ve kabartma, mısrada ses zenginliği meydana getirir. Nef’inin şu beytini bu bakımdan okuyalım:
Bir câm sun Allah için bir kâse de ol mâh için
Tâ medh-i şahinşah için alam ele levh ü kalem
Bu beytin birinci mısraındaki “câm” sözcüğünde yapılan medle seste bir kabarma sağlanıyor, bu kabaran ahenge uygun olarak Allah sözcüğünün ikinci hecesini, medli ve imaleli olmadığı halde istediğimiz kadar uzatabiliyoruz. Çünkü aslında uzun olan bu hecenin arkasından” için” sözcüğünün açık olan ilk hecesi gelmektedir. Birinci mısradaki “mâh” sözcüğüyle ikinci mısradaki “şahinşah” sözcüğünün son hecesinde de durum aynıdır. Böylece aruzlu şiirlerde, kulağımıza bir musiki tadı veren ritim meydana gelmektedir.
Aruzla yazılmış şiirlerden zevk almak, onun kolaylığına ulaşabilmek için, çok okumak ve onun kültürüne varmak gerekir. Bu da sanıldığı kadar zor değildir. Aruz hakkında bu kadarcık genel bilgi verdikten sonra, aruz ölçüsündeki sekiz kuralı da tanımak gerekir.
Aruzda Sekiz Kural
Kural: 1
Aruzda takti, mısraın sözcüklerine göre değil, hecelerine göre yapılır. Bir kalıba birden fazla sözcük rastlayabileceği gibi kalıbın şekline göre sözcükler başlarından, ortalarından ve sonlarından bölünebilir.
Kural: 2
Mısraların son heceleri, kısa açık da olsalar uzun sayılır.
Kural: 3
Fars dili kurallarına göre yapılmış olan isim ve sıfat tamamlamalarının tamlama «i» si, ölçü gereğince bazen uzun, bazen da kısa hece sayılabilir.
Kural: 4
Divan ve Tanzimat edebiyatlarındaki anlayışa göre Türkçe sözcüklerdeki kısa hecelerin uzatılması, yani bu hecelerde imâle yapılması uygundur; fakat Servet-i Fünun ve onu izleyen edebiyat akımlarına göre uygun değildir.
Kural: 5
İki yarım ses, bir bütün sese denktir. Yani iki kısa hece, bir uzun heceye eşittir. Onun için feilün yerine fâ’lün kullanılabilir.
Kural: 6
Açık hecelerde durmak mümkün olmadığından, kendilerinden sonra gelen kapalı heceye bağlanmak zorundadırlar. Bu açık kısa heceler arka arkaya iki tane de olsalar bağlanma koşulu değişmez.
Kural: 7
Ünsüzle biten bir sözcükten sonra ünlüyle başlayan bir sözcük gelirse ikisi arasında vasl (ulama) yapılarak kapalı olan hece açık duruma getirilir. Kalıp ulamayı istemiyorsa bu bağlama yapılmaz, kapalı hece kapalı olarak bırakılır.
Kural: 8
Met, kendisinden sonra bir açık hece gelen kapalı hecede yapılır. Açık hecenin harfi «takti» de meydana çıkar. Medli hece, okunurken bir buçuk ses uzatılır.
Faysal DAL