KAFİYE VE REDİF
Genellikle mısra sonlarında olan, ahenk elde etmek için bir araya getirilen anlamca ilgisiz ses benzerliklerine Kafiye denir. Redif de kafiyeden sonra gelen aynı anlamdaki ek sözcüklere denir.
Kafiyeye eskiler ayak, günümüzde uyak derler.
Kafiye Anlayışları
1. Göz Kafiyesi Anlayışı:
Divan Edebiyatı’nın başından Tanzimat Edebiyatı’nın sonuna kadar kafiye anlayışı, bugünküne benzemiyordu. İslâmiyet’in kabulüyle birlikte Arap alfabesi de yazı hayatımıza girmişti. Arap alfabesinde bazı sesler çeşitli harflerle gösterilir. Örneğin kafiye olan sözcüklerden ilki, “sin” denen harfle bitmişse, ondan sonraki kafiye sözcükleri de “sin” harfiyle sonuçlanmak zorundadır. Eğer ilk kafiye sözcüğü “se” denen harfle sonuçlanmışsa öteki kafiye sözcüklerinin de “se” harfiyle sonuçlandırılması bir kural olmuştur. Bu durum Tanzimat Edebiyatı’nın sonuna kadar süregelmiştir. Buna Göz Kafiyesi deniyor.
2. Kulak Kafiyesi Anlayışı:
Servet-i Fünun sanatçıları, Recaizade Mahmut Ekrem Bey’in tuttuğu ışık altında toplanarak “göz için kafiye” düşüncesini kökünden söküp atmaya çabaladılar. Kafiyenin göze göre değil, kulağa göre düzenlenmesi gerektiğini savundular. Ama eski anlayıştan yana olanlar, bu davranışa şiddetle direndiler. O zaman çıkmakta olan ve gericileri destekleyen Malùmat dergisinin yazarları, kulak için kafiye anlayışının savunucularına ağır saldırılarda bulundular. O sıralarda Hasan Âsaf adındaki bir genç şairin şu beytindeki kafiyelere karşı koydular:
- Zerre-i nûrundan iken muktebes Mihr ü mehe etmek işâret abes
Göz için kafiye anlayışına bağlı kalan ve gericiler diye adlandırılan topluluk (bunlara Muallim Naci taraftarları da denir), bu beyitteki kafiye sözcüklerinin kafiye olamayacaklarını savundular. Çünkü birinci beyitteki “muktebes” sözcüğünün sonundaki harf “se”, ikinci beyitteki “abes” sözcüğünün sonundaki harf de “sin” idi.
- İşte bu sözcüklerdeki “S” sesinin, böyle ayrı şekillerdeki harflerle yazılması yüzünden “abes – muktebes” çatışması doğmuştur.
Edebiyatımızda bu çatışmaya “abes – muktebes” davası denir.
3. Halk Edebiyatımızın Kafiye Tutumu:
Halk edebiyatımız, kafiyeyi, kendi bağımsızlığı içinde, nazmın bir ses aracı olarak işlemiştir. Tutucu davranmamış, tam ve zengin kafiye aramak çabasına düşmemiştir. Yarım kafiyeyle redifi enine boyuna rahatlıkla işlemiş ve öz Türk şiirinde bunları, ses basamağı olarak ustalıkla kullanmıştır. Bu tutum, edebiyatımızın başlangıcından zamanımıza kadar aynı şekilde süregelmiştir.
Bu açıklamalardan sonra, edebiyatımızda yaşamakta olan ortak kafiye şekillerini sırasıyla görelim:
KAFİYE ÇESİTLERİ
Ses Benzerliklerine Göre Uyak Türleri.
Yarım Kafiye:
Yarım kafiye, kafiye görevinde bulunan sözcüklerin bir tek ünsüz (sessiz ses) benzeşmesi göstermesidir. Yani bu çeşit kafiyelerde sadece bir tek ses uyumu vardır. Bu ses de daima sessiz bir sestir. Örneğin : «t, s, r, k» gibi. Bunları seslendiren ünlüler (sesli sesler) değişik olacaktır. Şimdi, yarım kafiyeyi şu örnek üzerinde inceleyelim :
Kailim bakmağa yârin yü(z)üne
Yüzüm sürdüm ayağının to(z)una
Medet uyma aduların sö(z)üne
Benim bedduamı alma sevdiğim
(Kayıkçı Kul Mustafa)
- Bu dörtlüğün kafiye olan sözcüklerine dikkat edilirse sadece «z» ünsüzü ortak sestir. Bu sesten sonrakiler rediftir. Daha önceki sesler arasında ise hiç bir uygunluk yoktur.
İşte bu nedenle böylesi kafiyelere yarım kafiye denir.
Eskiler yarım kafiyeyi kafiye saymazlardı. Hâlbuki Türk Halk Edebiyatı’nda yumuşak sesli kafiye oluşu bakımından yarım kafiye çok tutunmuş ve çok işlenmiştir.
Türkü’den
Kuru kütük yanmayınca tüter mi?
Ak göğsün üstünde çimen biter mi?
Vakti gelmeyince bülbül öter mi?
Öter gider bir gözleri sürmeli…
Karacaoğlan
Yukarıdaki örnekte “tüter, biter, öter” sözcüklerindeki -t- ünsüzü koşmanın kafiyesini oluşturmaktadır.
• Kimi zaman yarım uyakta bir ünsüz yerine iki ünsüz benzeşir, bu durumda şiirin ahengi daha da arttırılmış olur:
Hayvanlar Destanı’ndan
Bak kelerle kirpilerin derdine,
Tâ beseher kurbağanın virdine,
Atmasalar Kaf Dağı’nın ardına
Yıkardı âlemi hemen ejderha.
Âşık Ömer
Şiirin ahengi –rd– çift ünsüzü ile arttırılmış.
• Şiirin ahengi, dize sonlarında, belli aralıklarla yinelenen bir kısa ünlü ile sağlanıyorsa da yarım uyak oluşur:
Koşma’dan
Güzelin derdinden eylemem şekva,
Bana yâr gerektir, gerekmez dünya.
Dost için ölürsem gam değil bana,
Yâr uğruna vermiş serin desinler.
Mecnunî
Bu şiirin ahengi, dize sonlarında yinelenen kısa ” – a” ünlü ile sağlanmış. Bu nedenle yarım uyaklı bir şiirdir.
• Yarım uyaktaki ünsüzlerden biri, diğer dizelerdeki uyak sağlayan iki ünsüzle boğumlama noktası bakımından benzeşirse, bu durumda yarım uyak biraz daha zayıflar. Fakat bu durumdaki dizeler arasında da yarım uyak var sayarız.
Koşma
Garip yiğit yârin anar eğlenir,
Âdet budur: Yâre varan söylenir.
Sensiz yola gitmem, yolum bağlanır,
Dağ başı dumandır hey kara gözlüm.
Şiirin ahengi – g- ünsüzü ve boğumlama noktası buna yakın olan -y- ünsüzü ile sağlanmış.
Tam Kafiye:
Tam kafiye, yarım kafiyeye göre daha zengin sesli bir kafiyedir. Bu kafiyede bir ünsüzle (sessizle) birlikte bir de ünlü (sesli) uyumu vardır. Uyum seslerinin birden ikiye çıkması yüzünden böylesi kafiyeler, kulağa daha çok ses vermektedirler. Tam kafiye bakımından Mehmet Âkif’in şu beytine bakalım:
Sana dar gelmeyecek makberi kimler k(az)sın
«Gömelim gel seni tarihe!» desem sığm(az)sın
Bu beyitte “kazsın ve sığmazsın” sözcükleri birbirleriyle kafiyelidir. Sonlarındaki «sın» redifleri atılınca, geriye kalan kısmın uygunluk gösteren ünlü ve ünsüzleri, a ile z sesleridir. Bunlardan öncekilerde uyum yoktur. İşte bu şekildeki kafiyelere tam kafiye diyoruz.
Not:
Dilimize Arapça ve Farsçadan karışmış olan ve aynı uzun ünlüyle biten sözcükler, başka benzerlikleri olmasa bile tam kafiye sayılırlar.
Örnek:
Bir bağ idi kim câna me’v(â)
Her goncası cennet idi gûy(â)
(Şeyh Galip)
Bu beyitte mısra sonlarındaki «â» lar uzun okundukları için tam kafiye sayılmaktadır.
Demen Mecnûn’a fenn-i aşkı ekmil etti kâmildür
Benüm yanumda ol divâne bilmez nesne câhildür
Hayâlî
Yukarıdaki örnekte kâmil, câhil sözcüklerindeki -i- ünlüsü ve -l- ünsüzü şiirin uyağını oluşturmaktadır.
- Arapçadan, Farsçadan Türkçeye geçen sözcüklerdeki uzun ünlülerle sağlanan uyak da tam uyak sayılır.
- Bir de tam uyaktaki ünsüzlerden biri, diğer dizelerde uyak sağlayan iki ünsüzle benzeşirse ya da ünlülerden biri, diğer dizelerde uyak sağlayan iki ünlüyle boğumlama noktası bakımından benzeşirse, tam uyak biraz zayıflar. Fakat yine de dizeler arasında tam uyak var sayılır.
Pire Destanı’ndan
Mutaflar hep derildiler şaştılar,
Görüldüler et hamalları kaçtılar,
Ayağına yüz çift manda koştular,
Gövdesi çok, çekilecek hal değil
Âşık Ömer
Örneğimizde şiirin ahengi, -ş- ünsüzü ile boğumlama noktası ş’ye yakın olan -ç- ünsüzü ve -a- ünlüsü ile boğumlama noktası a’ ya yakın olan -o- ünlüsü; yani aş, aç, oş ses ikilileri ile sağlamış.
Zengin Kafiye (Kafiye-i Mukayyede):
Zengin kafiye, ikiden fazla ses benzerliğiyle yapılan kafiyedir. Eskiden bu cins kafiyeye kafiye-i mukayyede (mukayyet kafiye = kayıtlı kafiye) denirdi. Bu çeşit kafiyede en az üç sesin benzeşmesi şarttır.
- Benzeşen sesler, ünlü ve ünsüz olarak sıralanışlarında bir şarta bağlı değildir. Benzeşen sesler üçten fazlaya çıktıkça zenginleşme derecesi artar.
Örnek:
Dalgın nazarlarınla karıştırma, elverir
Sönmüş duran ocakta kıvılcımlı bir k(ülü);
Terk eyle kendi haline meftur ü münkesir,
Kalsın biraz da ateşi kalbinde ört(ülü).
Hüseyin Siret ÖZSEVER
- İkinci ve dördüncü mısraların sonlarındaki (ü – l- ü) sesleri, üçlü bir zengin kafiye meydana getiriyorlar. Bir de şu örneğe bakalım:
Çınla ey coşkun deniz, kayalıklarda çınla!
Sar bütün kumsalları o dolaşık saçınla. (Ali Mümtaz Arolat)
Bu mısraların sonlarındaki (ç-ı-n-l-a) sesleri beşli bir ses benzeşmesi meydana getirmek suretiyle çok zengin bir kafiye kurmuşlardır.
Şâm-ı zülfünle gönül Mısrı harâb oldı diyu
Sana iletdi kebûter haberi döne döne
Sen durub raks idesen karşuna ben boynum eğem
İne zülfün koça sen sîm-beri döne döne
Necâti
Yukarıdaki örnekte şiirin ahengi “haberi, beri” sözcüklerindeki -b-, -e-, -r-, -i- ses birliği ile sağlanmıştır, şiirin uyağı zengin uyaktır.
Not: Arapça ve Farsçadan dilimize geçmiş olan bazı sözcüklerde bir ünsüz sesle bir uzun ünlü sesten meydana gelen kafiyeler, zengin sayılmaktadır.
Örneğin “inşâ ile temâşâ” sözcüklerinde (ş) ve (â) sesleri kafiye meydana getiriyorlar. (ş) ünsüzünden sonra (â) uzun ünlüsü ikili bir kafiye, yani tam kafiye olduğu halde zengin kafiye sayılmaktadır.
Yandı dü cihân âteş-i âhumla ve lîkin
Ben senün eyâ şâh-ı cihân yandum elünden
Şol sunduğun âteş midir ey sâkî bana kim
Sen aldın ele câm hamân yandum elünden
Ahmet Paşa
Şiirin ahengi, -â- uzun ünlüsü ve -n- ünsüzü ile sağlandığından zengin uyak sayılır.
• Zengin uyaktaki ünsüzlerden biri, diğer dizelerde uyak sağlayan iki ünsüzle ya da ünlülerden biri, diğer dizelerde uyak sağlayan iki ünlüyle boğumlama noktası bakımından benzeşebilir. Bu durumda zengin uyak biraz zayıflar; fakat yine de dizeler arasında zengin uyak var sayılır.
Mani
Kekliği bıçakladım,
Tüyünü saçakladım.
Yari koynumda sandım,
Yastığı kucakladım.
Şiirin ahengi -ç- ünsüzü, boğumlama noktası ç ‘ye yakın olan -c- ünsüzü ve -a- ünlüsüyle sağlanmıştır.
Tunç Uyak
Bir dizenin sonundaki bir en az üç sesten oluşan sözcük başka bir dizenin sonundaki sözcüğün sonunda geçiyorsa, buna tunç uyak denir. Bütün tunç uyaklar da zengin uyak sayılmalıdır.
Gözlerin mavi mine,
Vuruldum perçemine.
Aşkın beni çevirdi,
Aslı’nın Kerem’ine
Yusuf Ziya Ortaç
Cinaslı Uyak
Cinas, bir söz sanatıdır. Onun için mısraların sonlarındaki kafiye rolü oynayan cinaslı sözlere cinaslı kafiye denir. Böylesi sözcükler, aslında kafiye niteliğinde değildir. Kafiye, söylenişleri ve anlamları ayrı, fakat kulakta bıraktıkları ses izleri benzer olan sözcüklerdir. Cinaslı kafiye, söylenişleri ve kulakta bıraktıkları ses bakımından birbirlerinin tıpkısı olan fakat anlamca ayrılan sözcüklerdir.
Avluya kuyu kazdım,
İçine düşeyazdım.
Ayrılık mektubunu
Hem ağladım hem yazdım.
REDİF
Şiirde ahengi sağlamak için dize sonlarında benzeştirilen seslerin anlamları ya da görevleri aynı ise bu benzeşmeye redif denir. Redif, şiirin ahenk ögelerindendir. Kimi şiirler kafiyesizdir; şiirin ahengini yalnız redif sağlar. Fuzulî’nin Su Kasidesi gibi kimi divan şiirleri de redifine göre ad alır. Kimi divanlarda şiirler redifi oluşturan son harfe göre alfabetik sıraya dizilir.
Yinelenen seslerin özelliğine göre redif kendi içinde ek redif, sözcük redifi, sözcük öbeği redifi, nakarat gibi türlere ayrılır.
1. Ek Redif Biçimindeki Redifler
Şiirin ahengi, dize sonlarındaki sözcükleri üzerine getirilmiş aynı görevdeki yapım ya da çekim eki ile tamamlanıyorsa ek redif oluşur.
Tabirin sığmaz kaleme,
Derdin dermandır yâreme.
İsmin yayılmaz âleme,
Aşıklarda meşk olmasa.
Aşık Veysel
Örnekte; “kaleme, yâreme, âleme” sözcüklerindeki -e eki, ad durum eklerinden yönelme eki olduğu için ek rediftir.
2. Sözcük Biçimindeki Redif
Şiirde ahenk, dize sonlarına getirilmiş aynı anlam ve görevdeki bir sözcük ile tamamlanıyorsa sözcük redifi oluşur.
Hep Gölge
. . . . .
Gece … hep gölge, ger-â-ser gölge…
Leylin ezlâl-i elem dârıyle
Kaldı senden bu muğber gölge…
Mehmet Fuat Köprülü
3. Sözcük Öbeği Redifi
Şiirde ahenk, dize sonlarına getirilmiş aynı anlam ve görevdeki birden çok sözcük ile tamamlanıyorsa sözcük öbeği redifi oluşur.
Bir Günün Sonunda Arzu
Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam.
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam.
Ahmet Haşim
Yukarıdaki şiirde “akşam, yine akşam, yine akşam” dizesi sözcük öbeği redifini oluşturmaktadır.
4. Nakarat
Nakarat, bir şarkı ya da türküde, her nazım biriminden sonra yinelenen, şiirde bütünlüğü sağlayan bir ya da iki dizelik bölümdür. Bir şarkı ya da türkü bestelendiğinde nakaratlar arasında beste ayrılığı yoktur. Kavuştak ya da vasıta da denilir; çünkü bir birimi sonraki birime bağlar.
Zeynep Türküsü
Zeynep bu güzellik var mı soyunda?
Elvan elvan güller açmış koynunda.
Arife gününde bayram ayında
Zeynebim, Zeynebim, allı Zeynebim!
Yedi köy içinde şanlı Zeynebim!
Söğüdün yaprağı narindir narin,
İçerim yanıyor dışarım serin,
Zeyneb’i bu hafta ettiler gelin.
Zeynebim, Zeynebim, allı Zeynebim!
Yedi köy içinde şanlı Zeynebim!
Dizilişlerine Göre Uyak Türleri
Uyak dizilişleri nazım biçimlerine göre olmakla birlikte kendi içinde düz, çapraz, sarmal, örüşük uyak gibi türlere ayrılır.
1. Düz Uyak:
Şiirin nazım birimindeki bütün dizeler kendi içinde uyaklanırsa buna düz uyak denir: aaaa-bbbb, aaa-bbb…
Ölürsem yazıktır sana kanmadan-a
Kolların boynumda halkalanmadan-a
Bir günüm geçmiyor seni anmadan,-a
Derdine katlandım hiç usanmadan…-a
Diyorlar: “Kül olmaz, ateş yanmadan,-a
Denizler durulmaz dalgalanmadan.”-a
Orhan Seyfi Orhon
Gazel ve kasidelerin ilk beyti(matla) ve mesneviler düz uyakla yazılır.
2. Çapraz Uyak:
Nazım birimi dörtlük olan bir şiirde uyak, birer dize atlayarak kurulursa çapraz uyak oluşur: abab-cdcd…
Bir daha o fırsat geçer mi ele?-a
Dün gördüm, bugün de göresim geldi!-b
Gülüşü o kadar hoştu ki hele,-a
Lebinden koncalar deresim geldi!-b
Yusuf Ziya Ortaç
3. Sarmal Uyak:
Nazım birimi dörtlük ya da üçlük olan bir şiirde uyak, her birimde, ilk dize ile son dizede aynı olursa sarmal uyak denir. Ara dize ya da dizelerde uyak ilk dizeden ayrıdır: abba cddc…
Gecenin sularında-a
Mehtâp bir nilüferdir,-b
Açılmış bir kederdir –b
Gecenin sularında. –a
Ali Mümtaz Arorat
4. Örüşük Uyak:
Edebiyatımıza Fransız edebiyatından geçmiş, ilk kez Servet-i Fünun edebiyatında terzarima nazım biçiminde kullanılmıştır. Uyak dizilişi; aba-bcbcdc- ded… dır:
Bir varak-pâre-yî hazan-dîde-a
Ayrılıp sâk-ı meyve-bârından-b
Düştü bir şâirâne ümmîde-a