Türk Edebiyatında HİKÂYE Türü ve Özellikleri
Türk Edebiyatında HİKÂYE Türü ve Özellikleri konusuna derinlik kazandırmadan önce HİKÂYENİN ne olduğunu belirlemek gerekir. Hikâye bir ya da birkaç kişinin başından geçen dar ve kısa hayat olaylarını anlatan yazıdır. Hikâyede olay, fazla genişletilmez, ikinci plandaki kişilere yer verilmez. Hikâyenin konusu gerçek yaşamdan alınabileceği gibi gerçeğe uyacak şekilde yazarın hayal kurma yetisinden çıkabilir.
Bir hikâyede başlıca şu niteliklerin bulunması koşulu vardır:
- Hikâye (öykü); yaşanmış ya da yaşanabilir olay veya durumların kişi, yer ve zamana bağlı olarak okuyucuda heyecan ve zevk uyandıracak şekilde anlatıldığı kısa edebî türdür.
- Hikâyede genellikle tek olay anlatılır, kişi sayısı azdır.
- Kahramanların bir yönü üzerinde durulur.
- Zaman ve mekânın anlatımında ayrıntıya girilmez. Hikâyede genellikle kısa cümleler kullanılır.
- Hikâye, ilkin eski destanları görevini yüklenmek ve bunların yerini tutmak amacıyla yeni çağda meydana gelmiştir. Daha önce hikâye türüne rastlanmıyor, Rönesans’tan zamanımıza dek gittikçe gelişen hikâye, Batı edebiyatının en yaygın türü olmuştur.
- XIV. yüzyılda İtalyan edebiyatında Boccaccio’nun (Bokaçyo) yazdığı Decameron (Dekameron) adlı eser, hikâye türünün ilk örneği kabul edilir.
- Türk edebiyatında Tanzimat’tan önce hikâye türünün yerini halk hikâyeleri, destanlar, masallar, mesneviler ve Dede Korkut Hikâyeleri tutmaktaydı.
Batılı anlamda hikâye, Türk edebiyatına Tanzimat’la girmiştir. Daha önceki aydınlar edebiyatı olan Divan Edebiyatı ile buna paralel yürüyen Halk Edebiyatımızda hikâye türü yoktur. Mesnevî adı verilen manzum yazılar, bugünkü anlamda hikâye olmayıp masalla hikâye arasında Divan Edebiyatı’na özgü bir manzum yazı türüdür. (Leylâ ve Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi).
- Ahmet Mithat Efendi’nin Letâif-i Rivâyât adlı eseri ilk hikâye örneklerindendir.
- Letâif-i Rivâyât’ta yer yer geleneksel hikâyenin anlatım özelliklerine rastlanır.
- Teknik açıdan güçlü, Batılı örneklere benzeyen ilk hikâye ise Samipaşazade Sezai’nin “Küçük Şeyler” adlı eseridir.
Hikâyenin Bölümleri
Serim, düğüm, çözüm şeklindedir ancak bazı hikâyelerde bu bölümler bulunmayabilir.
- Serim bölümü; yer ve zamanın belirtildiği, kişilerin tanıtıldığı, olayın anlatılmaya başlandığı bölümdür.
- Düğüm bölümü, olayın okuyucuda merak duygusu oluşturacak şekilde işlendiği bölümdür.
- Çözüm bölümü, olayların düğümlerinin çözüldüğü bölümdür. Okuyucuda merak uyandıran sorular bu bölümde cevaplanır.
Hikâyenin Yapı Unsurları
Kişiler, olay örgüsü, mekân (yer), zamandır.
1. Kişiler:
Hikâyede anlatılan olayları veya durumları yaşayan kahramanlar hikâyenin kişi kadrosunu oluşturur. Bu kişiler kurmaca kişilerdir.
2. Olay örgüsü:
Hikâye kişilerinin başından geçen olaylar dizisidir, hikâyedeki ana olaya bağlı küçük olayların peş peşe sıralanmasıyla oluşur.
3. Mekân:
Olayın geçtiği yer ya da yerlerdir. Yazar, olayın akışı içinde ayrıntıya girmeden mekânı tanıtır.
4. Zaman:
Olayın başlangıcından bitişine kadar geçen süredir. Olay, baştan sona doğru verilebileceği gibi bu sıralamaya uyulmadan da verilebilir. Zaman açıkça belirtilebileceği gibi sezdirilebilir de.
Anlatıcı:
Hikâyedeki olayı anlatan kişidir. Anlatıcı, yazarın kendisi değil kurmaca bir kişidir. Hikâyede olaylar birinci veya üçüncü kişi ağzından anlatılır.
Bakış Açısı:
Anlatıcının hikâyedeki kişi, olay, yer ve zamanı ele alış biçimi ve bunlara karşı takındığı tutumdur. Üçe ayrılır:
- Hâkim (Tanrısal / İlahi) Bakış Açısı: Anlatıcı, olaylara ve kahramanlara hâkimdir. Olayların nasıl gelişeceğini bilir ve görür. Olayları anlatırken kahramanların aklından geçenleri ve psikolojilerini yansıtır. Bu bakış açısında anlatıcı üçüncü kişidir.
- Kahraman (Ben) Bakış Açısı: Olaylar, hikâye kahramanlarından birinin ağzıyla anlatılır. Olayları yaşayan kahraman, olaylar karşısındaki izlenim ve tutumunu kendi bakış açısıyla yansıtır. Bu bakış açısında anlatıcı birinci kişidir.
- 3. Gözlemci (Müşahit/ O Kişisi ) Bakış Açısı: Anlatıcı; gördüklerini, tanık olduklarını aktarır. Hikâye kahramanlarının aklından geçenleri bilmez. Anlatıcının anlatımı gördükleriyle sınırlıdır. Nesnel bir tutum sergilenir. Bu bakış açısında anlatıcı üçüncü kişidir.
Bir metinde birden fazla anlatıcı ve bakış açısı bulunabilir, anlatıcının değişmesine göre bakış açısı da değişebilir. Teması, konusu ve çatışma unsurları ile hikâye; yazıldığı dönemin siyasi, ekonomik, kültürel özelliklerini yansıtır.
Tema:
Hikâyedeki temel duygu veya düşüncedir, soyut ve geneldir: sevgi, dostluk vb.
Konu:
Hikâyedeki duygu veya düşüncenin somut bir duruma bağlı olarak ele alındığı olgudur, temayı sınırlandırır: Türkiye’de aile bağları vb.
Karşılaşma:
Olay çevresinde gelişen edebî metinlerde çatışmaları, olay halkalarını veya yeni durumları oluşturacak şekilde kahramanların yüz yüze gelmeleridir.
Çatışma:
Hikâyede karşıt duygu, düşünce ve isteklerin; kişilik özelliklerinin bir arada sergilenmesi ile ortaya çıkan durumdur. Olayların dayandığı asıl ögedir, merak duygusunu canlı tutar: hayal-gerçek çatışması vb.
Hikâye Türleri
Hikâyeler genel olarak olay hikâyesi ve durum hikâyesi olmak üzere ikiye ayrılır:
1. Olay Hikâyesi:
- Olayın serim, düğüm ve çözüm bölümlerine uygun olarak mantıksal bir sıralamayla sonuca bağlandığı hikâye türüdür. Bu tarz hikâyenin temeli bir olay anlatımına dayanır.
- Olay hikâyesinde kahramanların ve çevrenin tasvirine önem verilir, okuyucuda merak ve heyecan duygusu uyandırılır.
- Fransız yazar Guy de Maupassant (Giy dö Mopasan) tarafından geliştirilen bu hikâye türüne Maupassant tarzı hikâye de denir.
- Olay hikâyesinin Türk edebiyatındaki başlıca temsilcileri Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay ve Reşat Nuri Güntekin’dir.
2. Durum Hikâyesi:
- Bu tür hikâyede olduğu gibi olaylardan çok, günlük yaşamın bir kesitini ele alıp anlatan hikâye türüdür.
- Durum hikâyesinde ruhsal çözümlemelere ağırlık verilir, olay ikinci planda kalır.
- Bu tarz hikâyede serim, düğüm, çözüm bulunmaz; okuyucunun merak duygusuna seslenilmez.
- Rus yazar Anton Çehov tarafından geliştirilen bu hikâye türüne Çehov tarzı hikâye de denir.
- Durum hikâyesinin Türk edebiyatındaki başlıca temsilcileri Memduh Şevket Esendal ve Sait Faik Abasıyanık’tır.
Diyalog:
Kahramanların karşılıklı konuşmalarına dayanan anlatım tekniğidir. Metne akıcılık kazandırır. Diyalog tekniğinde konuşmalar, kitabi değildir. Kahramanlar, sosyal statülerine uygun biçimde konuşturulur.
İç Konuşma:
Kahramanların içsel konuşmalarını aktarmaya dayanan anlatım tekniğidir. İç konuşma tekniğinde, kahramanın duygu ve düşünceleri sesli düşünme şeklinde yansıtılır. Bu anlatım tekniğinde kahraman, karşısında biri varmış gibi kendi kendine konuşur.
Bilinç Akışı:
- Genellikle XX. yüzyıl modern roman ve hikâyesinde kullanılmış bir anlatım tekniğidir.
- Bu teknikte de iç konuşmada olduğu gibi kişilerin iç dünyaları, zihinlerinden geçirdikleri doğrudan o kişilerin ağzından, kendi kendilerine konuşmaları şeklinde verilir.
- Kahraman anlatıcı ve bakış açısı söz konusudur ancak bilinç akışında iç konuşmadan farklı olarak cümleler arasında mantık ilişkisi zayıftır.
- Daha çok serbest çağrışım yoluyla bir düşünceden bir başka düşünceye atlanır.
- Bu teknikte dış dünyaya ait nesneler, motifler bilinçaltını harekete geçiren serbest çağrışım ögeleri olarak işlev görür.
- Bilinç akışı ile iç konuşma tekniği genellikle iç içe kullanılır.
Dede Korkut Hikâyeleri
- Eserin asıl adı Kitâb–ı Dedem Korkud Alâ Lisân–ı Tâife–i Oğuzân’dır (Oğuzların diliyle Dedem Korkut’un Kitabı).
- İçinde bir ön sözle on iki hikâye vardır.
- Son dönemlerde bulunan “Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi” adlı hikâye nüshasının Dede Korkut Hikâyeleri’ne ait olduğu tespit edilmiştir. (Günbed nüshası adı verilen bu nüsha, Dede Korkut anlatmalarının XVIII. yüzyıla kadar geldiğini göstermesi ve Güney Azerbaycan, özellikle Tebriz ağzını yansıtan bir dille yazılmış olması açısından önem taşımaktadır.).
- Halkın ortak malıdır.
- Eser Akkoyunluların egemen olduğu Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi’nde XIV. yüzyıl sonlarında veya XV. yüzyıl başlarında halk ağzından derlenerek yazıya geçirilmiştir.
- Bu hikâyelerin ilk defa Dede Korkut adlı bilge bir ozan tarafından anlatıldığına inanılmaktadır.
- Her hikâyede adı geçen, olaylardan hisse çıkaran, hana dua eden Dede Korkut; hikâyenin yazarı değil, daha çok manzum destani hikâyeler anlatan, ozanları simgeleyen bilge bir kişidir.
- Hikâyelerde Müslüman Oğuzların, komşuları olan Rum, Ermeni ve Gürcü devlet veya beyliklerle yaptıkları savaşlar; bazılarında kendi iç mücadeleleri; bazılarında da tabiatüstü varlıklara (Azrail, pınar perisi, pınar perisinin oğlu Tepegöz) karşı giriştikleri mücadeleler anlatılmıştır.
- Oğuzlar Müslüman’dır fakat Dede Korkut Hikâyeleri’nde din çok kuvvetli bir unsur olarak görülmez. Çünkü Oğuz Türklerinin İslamiyet’i kabul etmelerine rağmen henüz tam anlamıyla İslam dinine uygun bir yaşamları yoktur.
- Kahramanların olağanüstü kuvvete sahip olmaları, bazı kahramanların vücut yapılarının dahi doğal yapının üstünde olması, doğaüstü varlıklara yer verilmesi bakımlarından bu hikâyeler destan karakteri taşımaktadır. Deli Dumrul’un gözünü daldan budaktan sakınmayan yiğitliği, her şeye meydan okuyabilme cesareti, Azrail’le mücadelesi hikâyenin destansı özelliklerinin bir sonucudur.
- Nazım ve nesir karışık yazılmaları, kısa olmaları, ayrıntılar üzerinde durmamaları bakımlarından da halk hikâyesi karakteri taşımaktadır. Bundan dolayı bu eser, destan döneminden halk hikâyeciliği dönemine geçişin ilk örneği kabul edilir.
- Dede Korkut Hikâyeleri’nde olaylar ve tasvirler nesirle; karşılıklı konuşmalar, duygu ve düşünceler nazımla dile getirilir. Eser, Arapça ve Farsçada geçen dinî kavramlar dışında Türkçenin seçkin örnekleri arasında yerini alır. Eserde cümle içi kafiyeler, cümle sonlarındaki seciler, deyimler dikkati çeker. Oğuz Türkçesiyle söylenen Dede Korkut Hikâyeleri’nin; Dresden, Vatikan ve Günbed olmak üzere üç yazma nüshası vardır.
Halk Hikâyeleri
- Halkın ortak malı olan halk hikâyeleri, göçebe hayattan yerleşik hayata geçişin ilk ürünlerindendir.
- Halk hikâyeleri, zaman ve coğrafyanın etkisiyle efsane, masal, menkıbe, destan vb. ürünlerle beslenerek o dönemde uzun soluklu olayların anlatıldığı metinlerin yerini tutmuştur. Bu türün gelişiminde tarihî olayların ve dinin de etkisi vardır.
- Halk hikâyelerinin konuları genellikle aşk (Tahir ile Zühre, Arzu ile Kamber, Âşık Garip Hikâyesi…) ve kahramanlıktır (Köroğlu vb.). Bazen de her iki konu birlikte işlenir (Kirman Şah, Yaralı Mahmut…).
- Hikâyeleri ortaya çıkaran olaylar, gerçek ya da gerçeğe yakındır. Bu nedenle ortaya çıktıkları dönemin tarihî olayları bazen aynı şekilde bazen de hikâye gerçekliği içinde yer alır.
- Kaynağı Türk, Arap, Hint ve İran olan, büyük ölçüde meddahlar ve saz ustası âşıklar tarafından anlatılan halk hikâyelerinde ezgi ve şiir iç içedir.
- Halk hikâyelerinde sözlü dönem ürünlerinde konuşma dilinin özellikleri görülür.
- Halk hikâyelerinde her zaman bir engel vardır. Bu engel Kerem ile Aslı hikâyesinde olduğu gibi sevenleri birbirinden ayırır. Sevenler mezarlarında da rahat kalamazlar; bir çalı dikeni, bir böğürtlen otu olur; iki sevdalının, iki gül fidanının arasında biter.
- Halk hikâyelerinde olduğu gibi bu hikâyede de baştan sona kadar nazım ve nesir karışık olarak verilmiştir. Olaylar nesirle, duygular nazımla anlatılmıştır.
- Aslı ile Kerem hikâyesinde, kahramanlar gerçek bir kişi olmakla birlikte onun başından geçmiş gibi gösterilen olayların çoğu olağanüstü bir özellik taşımaktadır.
- “Aldı Kerem, deyip kesti, yola revan oldu” gibi halk hikâyelerinde kullanılan kalıplaşmış sözler kullanılmaktadır.
Cenknameler
- Hazreti Ali çevresinde teşekkül eden cenknâmeler, XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu sahasında tercüme, telif ve adapte yoluyla işlenmiştir.
- Hz. Ali Cenknâmeleri; kahramanlık konusunu işleyen, dine dayalı destansı hikâyeler içerisinde yer alır.
- Sözlü gelenekte var olan cenknâmeler, daha sonra yazıya geçirilmiştir. Cenknâmelerin büyük bir kısmının günümüzde yeniden ele alınıp hikâyelere konu edilmesiyle bu eserler, modern Türk hikâyeciliğine kaynaklık etmiştir.
- Cenknâmeler; şekil bakımından nazım, nesir veya nazım-nesir karışık olarak kaleme alınmıştır.
- Hz. Ali, olaylarda sürekli sahnede kalan örnek cengâver-gazi tipini temsil etmektedir. Müslim-gayrimüslim mücadeleleri fikri üzerine kurulmuş cenknâmelerde Müslim ve gayrimüslim olmak üzere iki tip vardır. Somut veya hayalî varlıklar cenknâmelerde sürekli sahnededir. Cenknâmelerde, okuduğunuz metinden de anlaşılacağı gibi olağanüstü ögeler söz konusudur.
Mesneviler
Divan edebiyatına ait bir nazım şeklidir. Mesneviler, doğrusu şiir formuyla yazılan hikâyelerdir.
- İran (Fars) edebiyatından Türk edebiyatına geçen bu nazım şekli, beyitlerden oluşmaktadır.
- Her beyti kendi arasında kafiyeli olup kafiye düzeni aa-bb-cc-dd … şeklindedir. Bu özellik, şaire kafiye bulmada kolaylık sağlamaktadır. Bu nedenle mesnevi, şairler tarafından rağbet gören bir nazım şekli olmuştur. Hatta Lamî Çelebi, Taşlıcalı Yahya, Ali Şir Nevaî gibi bazı sanatçılar hamse (beş mesneviye verilen ad) sahibi oldukları için onlara ayrı bir önem verilmiştir.
- Genellikle aruzun kısa kalıplarıyla yazılan mesnevilerde beyit sınırlaması yoktur.
- Mesnevilerde aşk, kahramanlık, din, tasavvuf gibi konular işlenmektedir.
- Divan edebiyatında Şeyhi’nin Harname, Ahmedi’nin İskendername, Gülşehri’nin Mantıku’t Tayr adlı eserleri mesnevi şeklinde yazılmış belli başlı eserlerdir.
- Mesneviler bir bakıma Divan Edebiyatı Dönemi’nde günümüz roman ve hikâyesinin yerini tutan uzun soluklu eserlerdi.
Dönemlerine Göre Hikâye
Tanzimat Hikâyesi
Tanzimat’la birlikte Batı edebiyatından etkilenmeler başlamış; roman, hikâye, tiyatro gibi pek çok Batılı türün ilk örnekleri bu dönemde verilmiştir. Bu dönem hikâyeleri, divan edebiyatındaki mesneviler ile halk hikâyeciliğinin tamamen dışındadır. Onların geliştirilmiş ya da modernleştirilmiş bir şekli değil, tamamen Fransız edebiyatı örnek alınarak oluşturulmuş eserlerdir. Tanzimat edebiyatı sanatçıları romantizm akımının etkisiyle toplumu bilgilendirmek amacıyla edebî eserleri bir araç olarak kullanmışlardır. Bu da o dönemde verilen eserlerin çoğunun teknik yönden kusurlu olmasına sebep olmuştur.
Dönemin önemli hikâyecilerinden biri Ahmet Mithat Efendi’dir. Kendi iç dünyasından ziyade dış çevreyi anlatması yönüyle dikkatleri çeken Ahmet Mithat Efendi’nin “Letâif–i Rivâyât” adlı eserler serisindeki hikâyeler, Türk edebiyatındaki ilk yerli hikâye örnekleridir. Sosyal fayda peşinde koşan yazar, okuyucu için yararlı gördüğü telkinleri ön planda tuttuğu için modern hikâye tekniğine tamamen bağlı kalmamıştır.
Tanzimat Döneminin bir başka sanatçısı Samipaşazâde Sezai’dir. Yazar, Küçük Şeyler adlı kitabında aynayı fertlerin iç dünyasına, iç mekâna, sosyal ve siyasi meselelerden uzakta olan insanın küçük dünyasındaki hassasiyetlere yöneltir. İçinde birçok hikâye olan “Küçük Şeyler”, Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk hikâye örneklerinden kabul edilmektedir. Hikâyede dil, oldukça ağır olup uzun cümleler dikkati çekmektedir. Bunda hem divan edebiyatı kültürünün hem de Batılılaşmanın etkisi vardır.
Milli Edebiyat Hikâyeciliği
İkinci Meşrutiyet (1908) sonrasında memlekette başlayan ve o dönemde “Türkçülük” adı verilen ulusçuluk hareketi, “edebiyatta ulusal kaynaklara dönme” düşüncesinin doğmasına yol açmıştır. “Ulusal kaynaklara dönme” sözü; dilde sadeleşme, hece ölçüsünü benimseme, yerli hayatı yansıtma anlamında kullanılmış ve bunları gerçekleştirmeyi amaç edinen edebiyat hareketine Millî Edebiyat adı verilmiştir. Dilde sadeleşme hareketi, 1911’de Genç Kalemler dergisinde “Yeni Lisan” makalesinde ileri sürülen görüşler doğrultusunda başlamıştır.
Millî Edebiyat Dönemi’nde sanatçılar konuşma dilini yazı dili hâline getirmeyi amaçlamışlar ve bu doğrultuda eserler vermişlerdir. Bu anlayışla Ömer Seyfettin, millî bir edebiyatın ancak halkın kullandığı dille gerçekleşeceğini belirtmiştir. Millî Edebiyat Dönemi’nin Ömer Seyfettin’den başka önde gelen hikâyecilerinden bir diğeri, eserlerinde gözlem ve mizahın önemli yer tuttuğu Refik Halit Karay’dır. Yine bu dönemde Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Aka Gündüz, Reşat Nuri Güntekin hikâye türünde eserler vermişlerdir.
Cumhuriyet Dönemi’nde Hikâye (1923-1940)
Millî Edebiyat sanatçılarının da eser vermeye devam ettiği Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yıllarında daha çok, gözlemci gerçekçiliğe dayalı hikâyeler yazılmıştır. Bu dönemde bazı sanatçılar hikâyelerinde toplumsal konuları, Cumhuriyet devrimlerini, yeni kurum ve değerleri ele alırken bazıları da bireyin iç dünyasını esas alan hikâyeler yazmıştır.
Bu yıllarda
- Reşat Nuri Güntekin’in Leyla ile Mecnun
- Fahri Celalettin Göktulga’nın Telak-ı Selase
- Ercüment Ekrem Talu’nun Teravihten Sahura
- Nahid Sırrı Örik’in Eski Resimler
- Sadri Ertem’in Bacayı İndir Bacayı Kaldır
- Memduh Şevket Esendal’ın Otlakçı, Pazarlık
- Sabahattin Ali’nin Ses, Kamyon
- Sait Faik Abasıyanık’ın Son Kuşlar, Lüzumsuz Adam
adlı eserleri tanınmış hikâye örneklerindendir.
Cumhuriyet Dönemi’nde Hikâye (1940-1960)
Cumhuriyet Dönemi’nin 1940-1960 yılları arasında bireyin iç dünyasını esas alan, toplumcu gerçekçi, modernist, millî ve dinî duyarlılıkları yansıtan hikâyeler yazılmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra bireyin iç dünyasını esas alan hikâyeler yazmışlardır. Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Samim Kocagöz, Fakir Baykurt, Haldun Taner, Talip Apaydın gibi toplumcu gerçekçi yazarlar; hikâyelerinde köy ve köylünün sorunları, toprak kavgaları, köyden kente göç gibi toplumsal konuları ele almışlardır.
- Nezihe Meriç, Yusuf Atılgan, Ferit Edgü modernist çizgide hikâyeler vermişlerdir.
- Hüseyin Nihal Atsız, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Sevinç Çokum millî ve dinî duyarlılıkları yansıtan hikâyeler yazmışlardır.
Bu dönemin belli başlı hikâyecileri ve eserleri
- Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Abdullah Efendi’nin Rüyaları, Yaz Yağmuru
- Kemal Bilbaşar’ın Cevizli Bahçe
- Orhan Kemal’in Ekmek Kavgası, Çamaşırcının Kızı
- Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı) Merhaba Akdeniz
- Samim Kocagöz’ün Telli Kavak, Koca Öküzün Ölümü
- Kemal Tahir’in Göl İnsanları;
- Yaşar Kemal’in Sarı Sıcak;
- Haldun Taner’in Yaşasın Demokrasi;
- Ziya Osman Saba’nın Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi
- Sabahattin Kudret Aksal’ın Gazoz Ağacı
- Muzaffer Buyrukçu’nun Katran
- İlhan Tarus’un Köle Hanı; Tarık Buğra’nın Oğlumuz
- Fakir Baykurt’un Efendilik Savaşı
- Nezihe Meriç’in Bozbulanık
Konularına Göre Hikâyeler
Toplumcu Gerçekçi Hikâye
- Türk edebiyatında toplumcu gerçekçi anlayışla eser veren sanatçılar eserlerinde köy yaşamındaki sorunları, toprak kavgalarını, ağa-köylü çatışmasını; köyden kente göçün neden olduğu sorunları; büyük kentlerde yaşayan işçilerin, emekçilerin yaşam mücadelelerini ele aldılar.
- Nazım Hikmet, Ercüment Behzat Lav, Sadri Ertem, Sabahattin Ali, Reşat Enis Aygen, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Kemal Bilbaşar, Samim Kocagöz toplumcu gerçekçiliğin Türk edebiyatındaki başlıca temsilcileridir.
Modernist Hikâye
- Modernist hikâyede gerçeklik karşısında kuşkucu ve tedirgin olan, iç dünyasına çekilen, yabancılaşan, toplumla çatışan, karamsar, bunalımlı, zayıf birey ele alınmıştır.
- Bu tarz hikâyede kronolojik zamanda geriye dönüşlerle geleneksel anlatım ve yapıdan uzaklaşılmış, olay örgüsü ve mekân geri planda kalmıştır.
- Nezihe Meriç, Bilge Karasu, Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Ferit Edgü ve Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Latife Tekin, Orhan Pamuk bu akım doğrultusunda hikâye yazan başlıca sanatçılardandır.
- Bilge Karasu, “Odalardan Biri” adlı hikâyesinde toplumun, kalabalıkların içinde sıradanlaşmamak için yalnızlığına sığınan, yani kendi içine yönelen bireyi anlatmıştır. Yazar, bu hikâyede iç konuşma ve bilinç akışı anlatım tekniklerini kullanmıştır.
- Modernist eğilim taşıyan eserler, toplumla beraber bireyi de önemsemiştir. Bireyin iç dünyasının karmaşıklığından hareketle gerçekliğe ulaşmaya çalışan bu anlayışın izlerini, Oğuz Atay’ın “Demiryolu Hikâyecileri”adlı hikâyesinde de görmek mümkündür. Modernizmi esas alan eserlerde dil ve anlatımda geleneksel tekniklerin dışına çıkılarak bilinç akışı, iç konuşma, geriye dönüş gibi anlatım tekniklerine yer verilmiştir.
- Klasik eserlerde temel alınan olay, karakter, çevre unsurları modernist hikâyelerde önemsizleştirilmiş; simge, imge, bakış açısı, ironi, çağrışım önem kazanmıştır. Bu anlayışta yazılan eserlerde insanlar, duygu ve düşünceleriyle karmaşık ve çok yönlü bir varlık olarak görülür. Modern yaşamdaki bireyin bunalımı, toplumla çatışması, yalnızlığı, huzursuzluğu, topluma yabancılaşmasının anlatıldığı bu eserlerde sıradan bir zaman akışı kullanılmaz; eserdeki kişi veya kişiler aynı zaman dilimi içinde değişik zaman dilimlerini yaşar.
İslami Duyarlılık Hikâyesi
- Mustafa Kutlu’nun Bir Saatlik Telâki adlı eserinin de bulunduğu ilk hikâye kitabı olan “Ortadaki Adam”da toplumsal değişme, çarpık şehirleşme, göç gibi temalar yer almaktadır. Bu hikâyelerde bireysel ve toplumsal durumlar birbirini doğurarak iç içe geçmiştir. Mustafa Kutlu, kaleme aldığı hikâyelerinde geçmiş kültüre, İslam’a, tasavvufa, erdeme ve insanın kendi iç dünyasına yer vermiştir. İslami duyarlılık onun hikâyelerinde estetiğe bürünmüştür. Anlatımı sade ve samimidir. Mustafa Kutlu, eserlerinde kullandığı teknikler ve geliştirdiği hikâye tarzıyla son dönem Türk hikâyeciliğinin önemli isimlerinden biri olmuştur.
Küçürek Hikâye
- Küçürek hikâyeler, az sayıdaki kelimeyle yoğun anlamlar aktarma gücüne sahip olan sanatsal iletişim araçlarıdır.
- Küçürek hikâyenin üç önemli belirleyici özelliği vardır: Kısalık, yoğunluk ve birlik.
- Bu tür hikâyede anlam yoğunluğu, doku zenginliği ve biçim sıklığı dikkat çeker.
- Hikâyenin içeriksel ve nesnel ölçüleri, küçük boyutlara sahiptir.
- Yazar, okuyucu üzerinde sanatsal bir etki yaratmak ve bu etkiyi artırmak amacıyla hikâyenin içeriğinin boyutlarını kasıtlı olarak küçültür. Bu nedenle kelime eksiltme, zaman-mekân ayrıntılarını silme ve bir durumu minyatürleştirme küçürek hikâyelerin en çok yararlandığı anlatı unsurlarıdır.
- Küçürek hikâye olarak adlandırılan çok kısa hikâyeler; Tortu, Sus Kalbim Sus Çiçek adlı metinlerde insan yaşamından dondurulmuş kısa bir an, Yangın ve Seçkin Göz adlı metinlerde yaşanmış küçük bir olay, Derya adlı metinde içsel konuşma gibi çeşitli şekillerde okuyucunun karşısına çıkmaktadır.
- Ferit Edgü, Haydar Ergülen, Hulki Aktunç, Necati Tosuner, Vüs’at O. Bener, Murat Yalçın gibi sanatçılar küçürek hikâye tarzında eser veren sanatçılardandır.